V. Ardzınba ve Sonrası
Tarih : 29.07.2019
Sayı : 2019-005
Konu : V. Ardzınba ve Sonrası
Vladislav Ardzınba’nın Doğum Gününü Kutlarken,
Türkiye Ve Diasporaya Yaptığı İlk Ziyaretinin
Tarihsel Gerçekleri ve Sonrası!
Değerli Halkımız, Sevgili Gençler!
Bugün; tarihin gadrine uğramış Anavatan Apsnı ve halkımızın, 14.Mayıs.1945 gününde yıldızının bir kez daha parladığı, kaderini belirleyecek bebeğin doğduğu kutsal gündür. Her doğan çocuk insanlığı ve toplumları geleceğe taşıyacak bir değerdir. Ama içlerinden yüzyılda ancak bir-iki deha çıkar. Şahidim! Atalarımız, babalarımız; “Ançua! Bizi, halkımızı anavatanımızı aydınlık yarınlara taşıyacak hayırlı ‘atsey-evlatlar’ nasip et “dualarının amini” ‘O’ oldu. Tanrı dualarını kabul etti bize de bir deha bahşetti. İyi ki doğdun, halkımızı, Apsnı’yı özgür kılan, bağımsız egemen tanınmış Abhazya Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu, ebedi liderimiz Vladislav Ardzınba!
V.Ardzınba ‘Apsuvalığı’ özümseyip önceleyen bilge kişiliği, vatanın ve halkının geleceği için hiçbir güç karşısında eğilmeyen ilkeli duruşu, özü-sözü bir, adil, herkesi içten kucaklayan sevgi dolu yüreği, olağan üstü başarıları, geleceğimize ışık tutan fikirleriyle tarihi görevini tamamlayıp genç yaşta aramızdan ayrıldı. Liderliğinde binlerce şehidimiz gazimizin kanıyla kurulan devletimizi de bizlere, büyüğümüzden küçüğümüze her bir ferdimize emanet bıraktı.
V.Ardzınba’nın zafer sonrası halkımız ve genç devletimizin varlığını ilelebet sürdürebilmesi için olmazsa olmaz iki hedefi bize şu özlü sözleriyle vasiyet olarak bırakmıştır: “Özgürlük savaşanı kazandık! Şimdi, devletimizin milletiyle hayatiyetini güçlendirerek varlığını sürdürebilmesi için öncelikle çok daha zor olan ekonomik savaşı da kazanmamız lazım!”, “Unutmayın! Diasporası Abhazya, Abhazya’sız da diaspora olamaz. Muhakkak Abhazya’nın; diasporasıyla bütünleşerek dayanışma sağlamalı, anavatana geri dönüşün hızlandırılarak demografik yapıyı düzeltmelidir.”
Şimdi şu soruyu açık yüreklilikle cevaplamamız gerekiyor.
Bizler, anma seremonilerinin ötesinde V.Ardzınba’yı; mucizevi başarılarının özünde yatan müstesna kişiliğini, düşünsel yapısını, işaret ettiği izlememiz gereken yolu, geleceğimizi aydınlatan fikirlerini anlayıp yeterince özümseyebildik mi?
Çoğunluğu kurtuluş savaşında ortalıkta hiç gözükmeyen maddi -siyasi güç, kişisel çıkar hesaplarıyla gözleri kararmış Abhazya’yı yağmalayan bir avuç kesim, yanlarında dış güçlerin devşirmeleriyle birlikte yarattıkları kargaşa, hukuki, ekonomik, siyasi olumsuzluklar, sosyal –kültürel dejenerasyon, devlet ve halkımıza yaşattıkları acı gerçeklere bakınca, biz bu soruya maalesef olumlu bir yanıt veremiyoruz.
Unutmayalım! Kötülüğün karşısında sessiz kalmak, kurşundan daha öldürücüdür.
Bildiğiniz gibi, bugün gücünün doruğuna çıkan emperyalist batı dünyası; alenen ve son evredeyse, yaratıp besledikleri teröristler, içerdeki işbirlikçileri eliyle yaptığı ihale savaşlarla yakın coğrafyamız ve ötesini bölüp bölüştürüp kan ve ateşe boğdu.
Yaşanan bu realiteden kendimizi soyutlamamız mümkün değildir. Savaştan günümüze kadar başta Gürcistan olmak üzere emperyalistler, içimizden devşirdikleri işbirlikçilerle birlikte devletimize, hem diaspora hem de anavatandaki halkımıza yönelik kirli karanlık emellerini; devletimizi zaafiyete uğratıp bizi bölüp kutuplaştırarak gerçekleştirmeye çalışmakta olduklarını üzülerek görmekteyiz ki bu konuda bir hayli mesafe kat etmişlerdir. Bugün Abhazya savaştan sonra hukuk, güvenlik, ekonomik, sosyal-kültürel, politik alanlarda en zor dönemini geçirmekte, yolsuzluk had safhaya çıkmış, malum güçlerce yapılan ve tüm ulusal değerlerimizi ayaklar altına alan 2014 Mayıs sonunda gerçekleştirilen darbeden sonra yaşanan tüm bu olumsuzluklar zirve yapmış bulunmaktadır.
Tabiri caizse tam ateşin ortasındayız, iç-dış düşmanlarımıza karşı her an uyanık ve tetikte olmalıyız.
Binlerce yıllık tarihi boyunca duyarlı sağduyuluyu halkımız her ahval ve şartlarda günümüze kadar devletleriyle birlikte varlıklarını sürdürme başarısını göstermişler, nihayetinde küllerinden yeniden doğarak bağımsız devletlerini de tekrar kurmuşlardır. Ortak akıl ve güç birliği yaptığımız sürece; her türlü zorluk ve problemlerin üstesinden gelerek varlığını ebediyen sürdürecektir.
V.Ardzınba sonrası; devlet adamlığı, Abhazya’yı geleceğe taşıyabilecek vasıf-öngörüye sahip en önemli lider Aleksandr Ankvab’dır. Güç karşısında eğilmeyen dik duruşu, dayatmalara ödün vermeyen sağlam Apsuva kişiliği ve tecrübesiyle devlet başkanlığı makamını layıkıyla doldurmuştur. Aleksandr Ankvab; içerikleri sonra doldurulmak kaydıyla ana başlıkları önüne konulan yüz küsur maddelik yeni güvenlik ve stratejik anlaşmayı bu şekliyle imzalamaktan imtina etmesi, yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gitmesi, tabiri caizse arı kovanına çomak sokması, kan emici suç örgütleri, mafyayla mücadeleye girmesi sonunu hazırlamıştır. İki yıllık bir süreç içinde, adı malum karanlık yaban bir kişinin sinsi-sistemli çalışmaları, yoğun bir karalama kampanyasıyla hazırlanan-bizimde yakinen bildiğimiz, izlediğimiz –hayatına kast eden planlı bir darbeye maruz kalmasına neden olmuş, halkımıza yakışmayan bir demokrasi ayıbı olarak kaydedilmiştir. .
Konuyla ilgili önemli bir anekdota değinmeden geçemeyeceğim! 2013 yılında Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi (KADK) olarak Aleksandr Ankvab ile yaptığımız bir görüşmede bir dosya çıkarıp masaya koydu; -“Ekonomi bakanına hazırlattığım bu dosyada, S.Bagapş döneminde müttefikimiz tarafından yapılan parasal yardımdan altmışmilyon doların paylaştırıldığı yirmi iki kişinin isimleri ve aldıkları miktarlar var. Bakan dosyayı ilk getirdiğinde yirmibir kişinin ismi vardı. ‘birini yazmayı unuttun galiba!’ dediğimde, kendi aldığı iki milyon doları da ekleyerek tekrar getirdi. Bu kanunsuz dağıtılan devletimizin, halkımızın parasını ivedilikle geri alacağım.” Hepsi bildik isimlerdi ve dağıtılan bu paraların akıbeti hususunda; nezaketen belki cüzi bir kısmı iade edilmiş olabilir tahminimizden başka bir şey söyleyemeyeceğiz.
Araya Çarpıcı Bir Anekdotumu Koyuyorum!
Ziyaretimizde bir ara Abhazya Geri Dönüş Devlet Komitesi (AGDDK) Başkanı Hrips Copua ile birlikte heyet olarak liman başkanı merhum Zavur Azınba’nın daveti üzerine ofisine gittik. Zavur’a; -“Abhazya niçin bir feribot alıp Sohum-Trabzon seferlerini başlatmıyor? Bu konuda düşünceniz nedir?” diye sorduğumda; -“konuyu ciddi olarak düşündüğünü, diaspora ile ulaşım sorunun çözümü için en ucuz ve kolay seçenek!” dedi. Bana bir feribotun maliyetini sorduğunda, birle üç milyon dolar arasında diye yanıtladım. H.Copua, Zavur’a kaynağın yarısını sen bul geri kalanını ben üstleneceğim dedi. Mutabık kalıp feribotu bulma görevini de ben üstlendim. Tanıdık çevremden uygun bir feribot bulduğumu tam bildirecekken kalkışma başladı.
Bunu anlatmanın nedeni, V.Ardzınba sonrasında Abhaz yönetimlerinin gündemlerinde, diasporanın geri dönüşü konusu yoktu. Çok önemli bir görev tanımı olduğu halde işlevsizleştirilen bir kurumu vitrinde tutmak haricinde bir çalışma yapılmıyordu. Devlet Başkanı Sergey BAGAPŞ, yukarıda değindiğim dağıtılan paralarından sadece bir kişiye verilenle rahatlıkla bir feribot alıp ulaşım sorununu çözebilirdi. Şu anda da bu konuda değişen hiçbir şey yok, sadece yağma-talan devam ediyor, Ulaşım içinde THY’na servet ödemek gerekiyor. Halkımızda maalesef, Gürcistan’ın başından beri ısrarla arzu ettiği, bizim asla onaylamadığımız karayolunu tercih etmeye başladı.
Asıl Konumuza Devam Edelim!
Doğal olarak beğenen vardır, beğenmeyende. Amma velakin Ankvap’ın bir an bile düşünmeden ders niteliğinde vatanseverlik örneği göstererek makamını elinin tersiyle itip seçimin önünü açarak, çıkabilecek bir iç savaşı önlemesi onun ferasetini ve devlet adamlığını göstermektedir. Bugün bu karalama kampanyasını diasporaya kadar taşıyanlarla birlikte, yanıltılan aldatılan milletperverliklerinden şüphe duymadığımız darbeci kardeşlerimiz; acı gerçekle yüzleşince süratle, defalarca seçilmeyen, sonunda bir yıldırma yöntemi olarak kalkışmayı gerçekleştiren devlet başkanı ve avanesindan uzaklaşmışlar, seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Bugün, A.Ankvab kendisine yöneltilen tüm suçlamalarla ilgili herhangi bir hukuki tespit bulanamamış, temiz kişiliyle parlamentoda görev yapmaktadır. Gerçek darbeciler tarihimize kara bir leke olarak geçmiş ama maalesef devlet ve halkımız derin bir yara almıştır.
Kaldı ki A.Ankvab başarısız bulunsa bile bağımsız hiçbir devlet kendi seçilmiş başkanını, tek bir vatandaşını dahi yabancı bir gücün eline bırakmaz. Bu tavır, şahıslara duyulan sevgi, takdir veya öfke beğenmeme duygularıyla değil devletin bağımsızlığı, halkın onuru ile alakalıdır. Bize bu utancı yaşatanlar; bağımsızlığımızı, onurumuzu hiç önemsemediklerini yaşattıklarıyla göstermişlerdir. Devlet başkanlığı bir etiketten ziyade bir duruştur ve darbe günlerinden bugüne başkanlık bir etiketten ibaret kalmıştır.
V.Ardzınba’nı İlk Diasporayı Ziyaretiyle İlgili Tarihsel Gerçekler.
Saygıdeğer Halkımız, Sevgili Gençler!
En geniş anlamda toplumsal olay-olgular; halkların bir amaç-hedef doğrultusunda, kendi iç dinamiklerini birlik, bütünlük içinde harekete geçirip gerçekleşir. Toplumun desteği olmadan hiçbir şeyin kuvveden fiiliyata geçemeyeceği bilimsel bir realitedir. Tabiidir ki burada ilk fitili ateşleyen öncülerin fikri-eylemsel katkıları da yadsınamaz.
Bu bağlamda V.Ardzınba’nın Türkiye-diaspora ziyaretini gerçekleştiren; sadece ve sadece başta Abhazlar olmak üzere Kuzey Kafkasya kardeş halklarıdır.
Bu girizgâhın bir nedeni de, ziyaretle ilgili olarak kendilerini, olmazsa olmaz görüp merkeze yerleştiren hatta bunu ötesinde liderimize akıl verip efsaneler kurgulayan bireysel söylentilerdir. Hepsini çöpe atabilirsiniz.
Burada olayları birebir yaşayan ve kendine bir çıkarım yapmayan mütevazi bir birey olarak, bu toplumsal öykümüzü yalın bir açıklıkla yazarak tarihimize not düşüyorum:
V.Ardzınba’nın başkanlığını yaptığı Abhazya Parlamentosu 23 Temmuz 1992 tarihinde kendi tarihsel sınırları içinde egemenlik kararı almıştır. Bu tarihi kararın ertesi sabahı 24 Temmuz 1992’de, parlamento-devlet başkanı olarak, beklenenin aksine, Rusya Federasyonu’ndan önce ve üstelik Gürcistan’la savaş tehlikesinin kapıda olduğu kritik dönemde ilk ziyaretini bakanlarıyla birlikte kalabalık bir heyetle Türkiye ve diasporaya yapmıştır.
Dünya politik arenasına ve kamuoyuna verdiği mesajlar ve sonuçları açısından tarihsel bir öneme sahiptir.
İlk olarak, başta Gürcistan olmak üzere dünyaya; “yalnız değiliz! Başta Kuzey Kafkasya Dağlı Halklar Federasyonu’nun yanında Türkiye’deki yedi-sekiz milyon Abhaz ve Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimiz olmak üzere tüm diasporamızın gücü bizimle birlikte!” mesajını vermiştir.
İkinci olarak bence daha da önemlisi; Abhaz, Kuzey Kafkasya diasporasıyla sevgiyle kucaklaşması ve verdiği mesajlarla yarattığı büyük coşku-yeniden uyanan toplumsal bilinç ve de dayanışma ruhudur. Şu özlü tarihi sözleri içimizdeki küllenmiş koru tekrar alevlendirmiş, bir anda gerçekliğimizle yüzleşip silkelenerek gerçek kimliğimize bürünmemizi sağlamıştır. –“Şu an anavatanınız Abhazya ve halkımız kuvvetle muhtemel küçük emperyal Gürcistan’la savaşın eşiğinde. Kimsenin şüphesi olmasın! Günümüze kadar hiçbir komşusunun toprağında gözü ve saldırgan bir tutum içinde olmayan bizler kanımız canımız pahasına vatanımızı koruyacak özgür devletimizi yeniden kuracağız. En büyük güvencemiz siz kardeşlerimizin birlik beraberlik dayanışma ruhu içinde bize vereceği destektir!” Sonrasında; -“Bu güne kadar bir avuç kardeşleriniz, sürgün edildiğiniz anavatanınız Apsnı’yı bin bir meşakkat, çok acı bedeller ödeyerek koruduk! Ama inanın çok yorulduk! Şimdi hep birlikte gelin birazda siz koruyun!” esprisini yapıp devamında, -“Şu gerçeği çok iyi bilelim! Diasporasız Abhazya düşünülemez Abhazya devleti olmazsa diaspora da olmaz!” veciz sözlerini söylemiştir.
Ziyaret öncesinde, diasporamızın tarihsel olguları, toplumsal bilinç düzeyi ve psikolojisi.
Toplumlar yaşadıkları felaketlerin yarattığı travmanın yüzyıllar geçse de bilinçaltında muhafaza edildiği ve farkında olmadığımız halde negatif psikolojik etkilerini sürdürdüğü bilimsel bir gerçektir.
Şimdi burada bir parantez açıyorum!
Çocukluğumuzdan itibaren baba ve büyüklerimizin büyük bir acı-hüzün anlattıkları sürgün felaketi, bıkmadan hasretle dillendirdikleri cennet Apsnı, ruhumda onulmaz yaralar açarak fırtınalar estirmiş, halkımızın geleceği-asimilasyon endişesi ve anavatan özlemi daha da bilinçlendikçe gittikçe büyüyüp benliğimi kaplamış manevi kişiliğim adeta ikiye bölünerek yarısı hep anavatanda halkımın yanında olmuştur. Ayni duygu ve psikolojinin halkımızın duyarlı kesiminde de var olduğu da bir realitedir ki antik çağlardan günümüze ulaşan sayılı halklardan biri olabilmemizin tek nedeni de budur.
Sevgili gençler!
Lütfen şu atasözümüz rehberiniz olsun! –“APSUA YILAMIS ADÜNEY YAZIŞTIHZOM-Apsua’nın namusunu dünya tartamaz!” Buradaki namus kavramının genelde tüm dünya dillerinde ‘iffet’ olarak anlamlandırılır ve kavrama cinsiyetçi bir içerik yüklenir. Oysa bizde-Abhazlarda bu anlamın ötesinde bu kelime bambaşka bir manevi değerler bütününü ifade etmektedir: Vatanına, milletine, dil ve kültürel değerlerine sahip çıkıp sevip korumak, insanı ve insanlığın yüce değerlerini gözetmek; adil olmak, eşitlik, özü-sözü bir, dürüstlük, Apxaşara-(Aphaşara)-utanma duygusu-, içtenlik, empati, özveri, paylaşım, merhamet gibi kavramların ifadesi olan ‘Apsualık-Alayföe-Khabzedir. Sorgulayıp mutlak çözüm getirmemiz gereken soru-sorun; günümüzde bu değerlerimizin ne kadarına sahibiz! Bunun için ne yapabiliyoruz!
Bizi geleceğe taşıyacak olan; özünde kimlik ve karakterimizi belirleyen ve ‘Apsualık değerler felsefesi’ olarak ifade edilen bu bilinç düzeyi, yüreğimizin derinliğinde içtenlikle hissedip yaşayıp yaşatmamız gereken dil-kültürel varlığımızdır.
Ekim Bolşevik devrimi sonrasında Abhazya, 1918 Osmanlı’nın çöküşü ve Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Abhaz diasporası.
Atalarımız 1920 yılına kadar anavatanlarına geri dönme umudunu kaybetmemiş, çoğunlukla çocuklarına, kalıcı olmamaları için büyük evler yapmalarına müsaade etmemiş geleneksel PATSXA’larda-(PATSHA) yaşamayı tercih etmişlerdir. 1920 yılı kasım ayında Sovyetler Birliği lideri Vladimir LENİN, 20. Yüzyılda Egemen Abhazya Cumhuriyeti’nin ilk kurucu devlet başkanı Nestor LAKOBA ve Ephraim ESHBA-(Efraim Yaşba) ile birlikte Kurtuluş savaşına siyasi ve maddi destek amacıyla ilk resmi heyeti Ankara’ya göndermiştir. Diasporadan Süleyman Bganba’nın da eşlik ettiği heyet, Mustafa KEMAL, İsmet İNÖNÜ, başbakan Rauf ORBAY ve T.C. Dışişleri Bakanı Oset Bekir Sami KUNDUK’la resmi temaslarını tamamlayıp dönmüşlerdir. Nestor LAKOBA geri dönmeyip, anavatana geri dönüşü konuşmak için ikibuçuk ay süreyle Sakarya Kobaşlar köyünde Süleyman BGANBA’nın ev sahipliğinde diasporanın misafiri olmuştur. Nestor LAKOBA’nın ziyareti halkımızda büyük heyecan ve coşku yaratmış her gün muhtelif yörelerden toplum önderlerimiz heyetler halinde kendisini ziyaret etmiştir. Ana gündem; bu karanlık dönemde geri dönüştü. Nihayetinde geleneksel halk meclisimiz yoğun bir katılımla toplanmış ve anavatana dönüş kararı almıştır. Nestor LAKOBA, Şubat sonlarına doğru, Mart ayı başlarında Abhazya egemenliğini ilan edileceği nedeniyle acilen dönmesi gerektiği haberini alınca aramızdan ayrılmıştır. Dört martta Abhazya egemenliğini ilan etmiş, 31 Mart tarihinde de Nestor LAKOBA başkanlığında Abhazya Sovyet Cumhuriyeti kurulmuş, Sovyet Lider Vladimir LENİN’e gönderilen telgrafla onaltıncı cumhuriyet olarak Sovyetler Birliğine katılma talebi resmi olarak iletilmiştir.
1920’li yıllarda halkımızdaki bilinç düzeyi, anavatan ve diasporanın birlikte ayni ideal için çırpınmaları takdire şayan, özellikle günümüzdeki durumumuz düşünüldüğünde hayranlık vericidir.
Fakat kaderin kötü cilvesi, demir perdenin indirilmesiyle birlikte geriş dönüş umudu da gerçekleşmemiş oldu.
Bu bağlamda şunu da unutmayalım! 20. Yüzyılda Abhazya Cumhuriyetinin ilk kurucusu ve devlet başkanı Nestor LAKOBA’dır.
1920 yılında çeşitli nedenlerle Adige-Abhaz toplumunun bir kısmı isyan başlatmış; 1. isyan sert, 2. isyan diplomatik yollarla bastırılmıştır. İsyancıları bastıran, yatıştıran da yine Abhaz-Adige toplumundandır. Adige-Abhaz halkı; geleneksel şekilde iç sorunlarını, başkasına bırakmayarak çözümlemişlerdir.
Abhaz-Adige diasporası bu isyanların neticesi olarak; resmi politika gereği uygulanan şiddetli bir baskı ve asimilasyona maruz kalmış, adeta ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeye başlamıştır. Çocuklar askeri-emniyet okullarına alınmamış, resmi makamlara getirilmemiştir.
Bizim şansımız, köylerimizin yoğun olarak doğu Marmara, Eskişehir, Bilecik, Bursa yörelerinde bulunması neticesinde kültürünü gümbür gümbür yaşaması, şehirleşen halkımızın köyleriyle ilişkilerini devam ettirmeleriydi. Fakat ellili yıllardan itibaren eğitim için şehirleşmemizin hızlanması, “Vatandaş Türkçe konuş” propagandaları, aksanlı konuşmanın bir aşağılama nedeni olmasından dolayı anne babaların çocukların Türkçe aksanı bozulmasın diye dillerini öğretmekten imtina etmesi ve nihayetinde zorlu ekonomik mücadele şartları yeni nesillerde dil ve kültür asimilasyonunu hızlandırmıştır. Netice olarak halkımızda kimlik-dil-kültürel varlığımızı korumak, geliştirmek hususunda toplumsal bilinç asgari seviyeye inmiştir. Olayların üzerinden zaman geçtikten sonra baskılar nispeten azalmış, diasporamız hızlı örgütlenmeye başlamıştır.
Sorunlar çözümlenmesi için vardır! Artık duygusallığı bir kenara bırakıp toplumsal problemlerimizi aşmak için acilen eyleme geçilmesi gerekiyordu. 1966 yılında üniversiteye yeni başlamıştım. Vladimir-(Vova) Ayüzba Hasan dayımla, 1965 yılında itibaren Türkçe mektuplaşmaya başlayan Vladimir Ayüzba’nın gönderdiği Abhaz alfabesi ve masal kitabı bende tarifsiz bir sevinç yarattı. Kısa sürede Abhazca okuma ve yazmayı öğrenip masal kitabını büyük bir zevkle okumaya başladım, V.Ayüzba’ya ilk Abhazca mektubumu yazdım. Yirmi yıl Türkiye’de Abhazya Büyük Elçisi olarak özveriyle başarılı bir şekilde görev yapan bu müstesna devlet adamımızla tanışmamız böyle oldu. V.Ayüzba genç yaşından itibaren süratle yıldızı parlayıp yetmişli-seksenli yıllarda ilerisi için halkımızın güvendiği en önemli devlet adamıydı.
Halkımızın sözde değil özde en saygın büyüklerimizi tanıma, dinleme ve vazife verdiklerinde hizmetlerini yapma onurunu yaşadım için kendimi çok şanslı addediyorum. İstanbul Kızıltoprak’ta komşum olan önemli düşünür ve Abhaz dili ve tarihi araştırmacısı Sayın Bigua Ömer BÜYÜKA amca ikinci evim olmuştu. Abhazya ile ilk ilişki kurup diasporayla köprü kurulmasının başında gelen toplumsal önderlerimizden Aşamba Orhan ÇAKAR ağabeyimiz başımızda, müşterek çalışmalarımızda alçakgönüllü yapısıyla hem büyüğümüz hem en iyi arkadaşımızdı. İstanbul’da; Azınba Yaşar BİR, Hetsiya Necati ÖZDEMİR, Arütaa Ethem ARÜTAN, Ayüzba Enver ÖZBELLİ, Bigua Sabri ANDER, Mısırlı-ıpa Şerafettin TERİM, Mithat MARŞAN, Adige Hasan YURDAKUL, Geçba Ziya GEÇYILDIRIM, İnegöl’den Abgınba Edip, Ajiba Hakkı ÖZDEMİR, İş Adamı Hakkı KURMEL, Prof. Dr. Hayri DOMANİÇ olmak üzere değerli büyüklerimiz vardı. Diasporada en ücra köylerine kadar ulaşıp okuma fırsatı kısıtlı gençlerimizi bulup binlercesini İstanbul’da yatılı okutup toplumumuza en büyük hizmeti yapan Kazım TAYMAZ’ı nesillerin rehber edinmesi gereken bir güneş olarak ayrı bir yere koyuyorum. Bunlar ve şu anda ismini zikredemeyeceğim kadar çok ve değerli büyüklerimiz biz gençlere sevgi ve ilgilerini eksik etmediler. Faaliyetlerimizde sürekli destek olup gözetip kolladılar. Hepsini, aziz hatıralarıyla saygıyla anıyorum
Güçlü, saygın işadamlığı, mütevazı yapısıyla toplumu sevgiyle kucaklayan, maddi desteğini –hizmetini esirgemeyen lider yapısıyla gerçek bir thamadamız olan Arütaa Ethem ARÜTAN’ı bir anekdotumla ayrı bir paragraf açıyorum. Savaşın şiddetini arttırdığı aylarda, şiddetin artışıyla orantılı olarak yardım kampanyamızın da hızının artması gerekiyor, Abhazya’ya verdiğimiz maddi desteği arttırmaya çalışıyorduk. Komitenin yardım kampanyasının koordinatörlüğü birlikte yürüttüğümüz İrfan ARGUN ağabeyle birlikte Bağlarbaşı’ndaki Kuzey Kafkas Kültür Derneğinde, başta iş adamlarımız, büyüklerimiz olmak üzere geniş katılımlı bir toplantı düzenledik. Gündem maddi destekti. Konuşmalar yapıldı ama istediğimiz miktara ulaşamadık. Sadece Şile Yeşilvadi Köyünden Merhum Kuarcia İslam KORAY’ın birlikte geldiği arkadaşı eski başbakan Mesut YILMAZ’IN kardeşi Turgut YILMAZ, yüklü denilebilecek miktarda, 50.000-ellibin TL bağışta bulundu. İstediğimiz rakama ulaşamayınca mecburen tekrar söz aldım; -“Eğer şimdi, hemen şimdi Abhazya’ya gerekli maddi desteği vermezsek, yarın destek vereceğimiz ne bir Abhazya nede halkımız kalacak. Siz değerli büyüklerimiz, kardeşlerimizden bunu kararını almadan kesinlikle dağılmamanızı rica ediyorum!” diye çaresizce yalvardım. Arütaa Ethem ARÜTAN amca; -“Tamam! Hep birlikte gereğini yapacağız! Ben yarın akşam Şamil Vakfı’nda arkadaşlarımla bir toplantı düzenleyeceğim!” dedi ve dağıldık. Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi’nin kurulmasının da öncüsü, savaşın ilk gününden itibaren gecesini gündüzüne katan, büyük sevgisi ile kendisini vatanına ve milletine adayan, kalp rahatsızlığı had safhada olan Ethem amca ertesi akşam beşinci kattaki vakfa merdivenlerden çıkarken fenalaşarak hayatını kaybetti.
Abhazya uğrunda şehit olan örnek-önder büyümüzü saygı ve rahmetle anıyorum! Nurlar içinde yatsın.
Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi olarak 2008 yılı zafer kutlamaları dönüş yolunda Abhaz Dernekleri Federasyonu kurulması konusunu istişare ederek netleştirdik, netleştirdik diyorum çünkü bir süredir halkımız, şehirleşmenin getirdiği kültürel kayıplardan endişeleniyor, buna yönelik taleplerde bulunuyordu. O dönem İstanbul Abhaz Derneğimizin başkanlığını yapan, eğitimi önceleyip her yıl yüzlerce öğrenciye burs verilmesini sağlayan, İstanbul Kozyatağı’ndaki arsamız satılıp parasıyla derneğimize İstanbul Moda semtinde ancak bir bodrum katı alınmak üzereyken müdahale edip, yardım kampanyası açan, en büyük maddi desteği vererek bugünkü Üsküdar Selimiye’deki güzel dernek binamızın alınmasını sağlayan Açüyba Cihan ZAFER, Abhazya Büyük Elçisinin ev kira ve maişetini dernek olarak üstlenme hassasiyetini de göstermiş, içtenlik-özveriyle federasyonun kuruluş öncüleri arasında yer almıştır. Federasyon daha oluşum aşamasında, bazı kişiler, güvenimizi istismar ederek toplumu bölüp bölüştürüp, kuruluş ana ilke ve felsefesine aykırı başka mecralara sürüklemişlerdir.Halkımızın daha güzel yerlere gelmesini daima arzulayan, sülalesiyle birlikte dışlanmaya çalışılan-küstürülen Cihan Zafer de kendi işine odaklanmış çekilmiştir. Bu olumsuzluğu yaratanlar çabuk unutulacak, Açüyba Cihan ZAFER gibilerse, gerçek Apsualığı ve hizmetleriyle hep hatırlanacaktır.
İrfan ARGUN, toplumsal gücümüzü birlik beraberlik içinde birleştirecek federasyonlaşma kararını olumlu karşılamasına rağmen; -“Kuruma sahip çıkabilecek misiniz! Bu tip kurumlar amacından sapmaya müsaittir, çünkü hem yasalarla bağlı olurlar hem de kişi sayısının fazla olması kötü niyetlilerin sızmasını kolaylaştırır. Amacından saptırılırsa, davamızdan uzaklaştırılırsa camiamızda yaratılabilecek olumsuzlukları hiç düşündünüz mü?” diyordu. İleri görüşlü, önsezileri kuvvetli İrfan Argun’u bu vesileyle tekrar saygıyla anıyorum. Bu vesileyle federasyonumuzun da süreç içinde güçlenerek işlevsel hale geleceği inancımı da belirtmek isterim.
Bizim kuşağın başlattığı süreçle; kısa zamanda diasporamızın yayıldığı her yörede, sayıları yüzler-binlerle artan kardeş Kuzey Kafkasya-Abhazlar, düşünsel-eylemsel olarak toplumsal birlik beraberlik içinde olma aydınlanma – bilinci sağlamayı başarmıştır. İşte bu nedenle Abhazya savaşı başlandığında diaspora bir anda tek ses-tek yürek maddi-insan-manevi topyekûn Abhazya’ya destek olmuştur. Çok daha fazla imkânlara sahip olduğumuz bu dönemde çok daha yüksek bir aydınlanma ve bilinç düzeyinde olmamız gerekirken maalesef belirgin bir körelme durumumuz söz konusudur.
Yine bu bağlamda bir anekdotu aktarmadan geçemeyeceğim. Savaşın başladığı 14 Ağustos Cuma günü yeni Sakarya Valisi görevine henüz başlamıştı. Diaspora Pazar günü Adapazarı’nda büyük bir protesto mitingi yapma kararı almıştı. Valilikten üç gün öncesinden izin alınması gerektiğinden sürede geçmişti. Ardahan Kobaş, Pıthoriya Aydın Zengin ve Sakarya Kafkas Kültür Derneği Başkanı ve DYP merkez ilçe başkanı Ckoniya Mecdi Cengiz, Cumartesi sabahı Yeni gelen Validen gerekli izni almışlardı. Pazar günü Kuzey Kafkas-Abhaz diasporası binlerce katılımla tarihimizdeki ilk büyük protesto mitingini gerçekleştirmişti. İstanbul’dan sabah saat yedide dernek kapısına vardığımda karşımda Muharrem Çürey’i gördüm. Gülüştük, kapı sekizde açıldı.
Anavatanla heyet düzeyinde ilk temas Ağustos 1968 yılında gerçekleşti. Abhazya’dan Gürcülerin başkanlığında gelen, Prof. Dr. Gerg Dzızariya, Prof. Dr. Şalwa İnalyıpa, Vilademir-(Vova) Ayüzba’dan oluşan ilk heyeti büyüklerimiz İstanbul’da ağırladı. Gürcistan’ının öyle ağır baskısı vardı ki kardeşlerimiz onlardan izin almadan dışarı bir adım bile atamıyorlardı.
Diasporadan Abhazya’ya büyüklerimizin, başta Aşamba Orhan ÇAKAR ağabeyimiz olmak üzere biz gençlerinde ısrarlı teşvikiyle, ondört kişilik kalabalık bir heyetle yaptığı tarihi ziyaret, anavatanla ilişkilerimizde bir dönüm noktası oldu. Başlarında thamadalığını yapan Bigua Ömer BÜYÜKA olmak üzere, Bedia Şevket, babam Bganba Raif KOBAŞ, Bigua Sabri ANDER, Atanba İrfan ATAN, Aşamba Orhan ÇAKAR, Laz Hasan, Bganba Cengiz KOBAŞ, Yokus Zülküf KARABULUT, Amıcba Salih, Akusba Fikret oluşan heyeti Abhazya’da onbinlerce kardeşleri tren istasyonunda büyük bir heyecan ve coşkuyla karşıladı. Abhazya’da yer yerinden oynadı. Sürgünden sonra anavatanda ilk büyük buluşma gerçekleşti. Üniversite kampüsünde devlet ricali, yazar, akademisyen ve öğrencilerin katıldığı toplantıda ev sahibi açılış konuşmasını yaptıktan sonra Ömer amcayı alkışlarla kürsüye davet etti. Ömer amca hitabette sıkıntı çekiyordu; -“Duygusal olarak çok doluyum! Beni bağışlayın konuşamayacağım!” dedi. Hayatı toplumun hizmetinde geçiren, halk mahkemelerinde en ağır sorunları bilge kişiliğiyle kısa zamanda çözen, Apsnı’da yaptığı özlü hitabetiyle hala anılan Raif Bganba hemen müdahale etti ve yeğeni Cengiz’e; -“Kalk sen konuş!” dedi. Cengiz ağabey herkesi sevgiyle kucaklayan katıksız Apsualığı, zeki, yüksek hitabet yeteneğiyle çok sevilen bir büyüğümüzdü. Hazırlıksızdı; -“Atalarımız nasıl bir ellerinde soğuk pasta diğer ellerinde de soğuk ezme fasulyemizle sürgüne gönderildikleri gibi, bugün biz torunları yine bir elinde sıcacık pastamız diğer elinde sıcacık fasulyemizle anavatanımıza, siz kardeşlerimize geldik!” diye başlayarak irticalen tarihi bir konuşma yaptı. Salon alkıştan yıkıldı. Üniversite öğrencilerini temsilen şair düşünür Genç Slavik Bganba duygusal bir konuşma yaptı.Bu tarihi ziyaret diaspora-Abhazya ilişkilerinde dönüm noktası oldu. Kapılar açılmış kardeşler kucaklaşmıştı. Dönüşte heyettekiler aylarca tüm yöre ve bölgelerimizde toplantılar yapıp halkımızı bilgilendirdiler. Diasporamızda coşku heyecan artmış aydınlanma ve toplumsal bilinç düzeyi hızla yükselmeye başlamıştı.
Cengiz ağabey dönüşte hemen alfabeyi öğrenip hayatı boyunca toplum tarihi ve kültürüyle ilgili çok önemli derlemeler yapmış başta büyük şair-yazar Neli Tarıpha’ya olmak üzere yüzlerce mektupla Abhazya’ya ileterek eşsiz bir hizmette bulunmuştur. Yakın zamanda derleme ve mektuplarının bir kısmı kitaplaştırılmış, durmaksızın üreten değerli Oktay Chkatua tarafından Türkçeye kazandırılmıştır.
Ardından iki yıl sonra, Aşamba Orhan Çakar, Atanba İrfan Atan ve eşleri, Ckoniya Cemal Cengiz başta olmak üzere kalabalık bir heyet halinde Apsnı’ya ikinci ziyareti yaptılar. Bilge, çok iyi bir hatip olan Cemal amca içerikli coşkulu konuşmalarıyla gerek Apsnı’da gerekte dönüşte halkımızda ki heyecanı arttırdı.
Bugün artık mumla aradığımız, yerleri doldurulamayacak bu değerli Ayhabılarımızı rahmet ve saygıyla anıyorum. Şimdi sayıları çok azalan saygın büyüklerimizin yanında, ortalıkta dolaşan çoğunlukla ayhabılıkları kendilerinden menkul, toplumu bütünleştireceğine ayrıştıran, sadece yaşlarına saygı duyduğum kişileri gördükçe üzüntü duyuyorum.
V.Ardzınba’nın Türkiye-Diaspora Ziyaretinin Tarihsel Gerçekleri.
Özlemle andığım bilinçlenme-aydınlanma döneminde teşebbüs edip başaramadıklarımız da vardı elbette. İndividüalist bir karaktere sahip olan biz Kuzey Kafkasyalılar ve Abhazlar iyi-kötü günde bir araya gelmesinin ötesinde Nartlardan bize miras kıskançlığında kısmi etkisiyle de, ekonomide; dayanışma ve kollektif birliktelik yaratarak bir güç oluşturamadık. Oysa dünya tarihi özetle ekonomik güç savaşlarından ibarettir. Devlet ve halkların hayatiyetinin birincil belirleyici faktörü ekonomi olup, günümüz dünyasının kaderini belirleyip yöneten süper güçler başta olmak üzere devletler değil finansal güç merkezleridir.
Hepimizi çok heyecanlandıran, duygulandıran olaylara şahitlik ediyorduk. 1991 yılı Temmuz ayında, Mecdi Cengiz başkanlığında 70 kişilik dernek folklor ekibi, Abhazya ve Kuzey Kafkasya’da başarılı gösteriler yapıp anavatanla bütünleştiler. Bganba Ardahan ağabeyim, eş ve çocuklarımızla Abhazya ziyaretine giderken, Hopa’da geri dönen ekibimizle karşılaştı. O dönem, Oktay Çhkatua ile birlikte yirmibeş gencimiz Abhazya Üniversitesine girdi, bu sayı ertesi yıl kırkbeş kişiye ulaştı. Bu bile tarihimizde devrim niteliğinde bir başlangıçtı. Bütün bu olanlar bizim için bir rüya gibiydi. Ancak ekonomik olarak zayıftık.
Bu arada içte herhangi bir sorun yaşamadığımız sorunun bir bileşeni olan Gürcü diasporasını çok kısa irdeleyip farkımıza değinmek istiyorum. Toplumsal piramidin tepesi siyasi ve ekonomik olarak devlet politikasını etkileyebilecek derecede, parlamenterleri, orman bakanı Hasan Ekinci, tarım bakanı Refaiddin Şahin’le birlikte güçlüydü.
Gürcü diasporasının önderleri 2001 yılında ısrarla komitemizle görüşmek istediler. Nezaket gereği kabul ettik. Heyeti Şamil Vakfı’nda ağırladık. Kaderin cilvesi yakın arkadaşım ve Gürcü diasporasının lideri olan Refaiddin Şahin, Tekfen Holding’in sahibi Nihat Gökyiğit, Acar Holding’in sahibi İsmet Acar, biri komşu köyümüzden olan emekli iki vali ve bir emekli generalden oluşan misafirlerimizi Şamil vakfında ağırladık. Görsel, nefis bir sunum yapıldı. Duydukları gerçekler karşısında şok oldular. İsmet Acar; -“Anlaşılıyor ki, Gürcistan sürekli yalanlarıyla bizi aldatmış. Abhazlar tamamen haklı. Bu iş burada bitmiştir!” deyip son noktayı koydu. Mukabil davetlerine icabet ettik ve bir daha da görüşmedik.
Gürcü diasporası duyarsızdı. Refaiddin Şahin dışında Gürcü elit ve zenginleri sadece ticari nedenlerle diasporanın başında görünüyorlardı. Gürcistan’da dev yatırımları vardı. Petrol boru hattını beşyüzmilyon dolara Nihat Gökyiğit yapmıştı. Bizde ki durum tam tersiydi. Birleşip dayanışmayı sağlayan halkımızdı. Mevi-makam-siyasi güç sahibi ve hatırı sayılır iş adamlarımız zaten az sayıdaydı ve çoğu ortalıkta görünmüyorlardı. Bazılarıda savaştan onbeş-yirmiyıl sonra ortalıkta boy gösterdiler, katkı sunmak bir yana toplumsal birlikteliğe büyük zarar verdiler.
Toplumsal amaçlı ekonomik bir proje olan NARTAŞ’ın kuruluşu.
Şahsen en önemli inanç ve hedeflerimin başında yer alan ve duyarlı halkımızın önemli bir kesiminin de ayni duygu-düşünceyi paylaştığını düşündüğüm, başta kendi iş alanlarında başarı olmuş iş adamlarımızın kollektif önderliğinde ekonomik güç merkezi oluşturup sonrasında halkımıza açarak daha da büyütmekti. Bu konuda İrfan Argun benim için bir şans-fırsat oldu. Vefat edinceye kadar devam iyi bir ikili oluşturduk. İrfan Argun’u dostluk kulübü ön toplantılarında tanıdım. Kendisini gıyaben tanıyor iş dünyasındaki başarılı çalışmalarını biliyordum. İrfan Argun Almanya’da çalışan Türk işçilerini bir araya getirip Türkiye’de ilk ve en başarılı, ‘Türksan Holding’i kurup bünyesinde çok ortaklı şirketi kuran kişiydi, Daha sonra ‘İstanbul Hava Yolları’nın kurulmasını gerçekleştirdi. İyi bir organizatör, profesyonel bir yönetici başarılı bir iş adamımızdı. Ayni çağdaş yöneticilik anlayış-titizliğini, ilkeli duruşunu Kafkas Abahazya Dayanışma Komitesi yönetimi ve başkanlığında da sürdürdü.
Bu arada kardeşim Simber Yıldız; Çalıştığı Arap-Türk Bankası’ndan bir uzman heyetin 1991 yılı ortalarında bankacılık sistemini incelemek üzere Abhazya’ya gitmesini sağladı. Heyetin hazırladığı raporun bir kopyası arşivimizde duruyor.
Başarılı iş adamlarımızdan çekirdek bir kadroyla daha sonra halka açmak üzere bir şirket kurma fikrimi İrfan Argun’la paylaştım. Teklifimi heyecanla karşıladı. Ardahan ağabeyime anlattım destekleyeceğini söyledi.
Aynı heyecan ve desteği konuyu paylaştığımız diğer arkadaşlarımızda verdi. 1991 Sonbahar başlarında, daha sonra halka açmak düşüncesiyle ‘Nartaş A.Ş.’ni kurduk. Şirket merkezi olarak da, Mecidiyeköy Büyükdere caddesi üzerimde olan şirket ofisimin karşı dairesini kiraladık. Elimizi taşın altına öncelikle kurucu olarak bizim koymamız gerekiyordu. Şirketin % 75’ni bilahare ortak olmak isteyenlere dağıtılmak üzere İrfan Argun, Ardahan Kobaş, Atay Ceyişakar ve Erdeşan Kobaş bir arkadaşımızla birlikte olarak eşit paylaştık. Diğer ortaklarımızda; hepsi ayrı bir değer olup hatırımızı kırmayan ayni heyecanı taşıyan başarılı iş adamlarımızdan, Cengiz Kap, eski Marmara Gümrükler Başkanı İnalyıpa Yılmaz Aktan, Mustafa Vurdum, Abdülkadir Özpehlivan, Muharrem Çürey, Yaşar Nogay, Nihat Yılmaz’dı. Unuttuklarım varsa bağışlasınlar.
Hayallerimiz-hedeflerimiz büyüktü. Kendimiz için en ufak maddi beklenti gözetmeden sadece yurt içinde – yurt dışındaysa Başta Abhazya olmak üzere Kuzey Kafkasya’da akıllı-verimli yatırımlar yapıp kardeşlerimize ekonomik yönden destek sağlamaktı. İlk yanılgımız; Sovyetler dağıldığında, kanımıza göre kapitalist ekonomik sistemini bilmiyorlar, biz model olacaktık düşüncesiydi. ‘İnsan, mülkiyet edinme duygusuyla doğar!’ bilimsel gerçeğini atlamıştık! Beş kişilik yönetim Kurulunun başkanlığına otel işletmeciliğinde uzman olan büyüğümüz Cengiz Kap’ı, yardımcılığına İrfan Argun’u getirdik. İşlerimin yoğunluğu, kapı komşum olduğu için yönetime girmedim fakat toplantılarına katılıp iş seyahatlerini de birlikte yaptık. İlk ziyaretimizi sonbahar ayında Abhazya’ya yaptık. V. Ardzınba’nın önerisiyle Gagra’da 1954 de 14. Komünist parti kongresi için inşa edile otel-kongre yerleşkesini, Abhaz partnerlerimizle eşit ortaklıkla kurduğumuz ‘Amra İnternational Cor.’ Olarak elli yıllığına kiraladık ve dolar cinsinden ilk ödememizi yaptık. Amacımız Uluslararası oteller zinciri sahibi olup yatırım yapıp işletecek bir şirketle anlaşmaktı. Barış ortamında turistik cazibe merkezi olacak, Abhaz ekonomisine katkı sağlayacaktı.
İş dünyasında duygusallığa yer yoktur. Abhaz-Gürcistan gerginliği tırmanıyor savaş rüzgârları esmeye başlamıştı. Yanılmıyorsam 1992 Mayıs ayında Marşan Yurdear Erşan, Aşamba Mümtaz’la bir grup arkadaşımız yerinde durum tespiti yapmak için Abhazya’ya gitti. Dönüşlerinde edindikleri izlenimler iç açıcı değildi. Bu arada V.Ardzınba, diasporayla sağlıklı iletişim kurmak amacıyla, NARTAŞ’dan üç arkadaşımıza, savaşın başlamasına üç ay kala Abhazya temsilcilik görevini verdi.
1989 Abhazya’da ‘Ayıdgılara–Dayanışma’ örgütü kurulmuştu. Aynı yıl Abhazya’yı Gennadi Alamia ve arkadaşların temsil ettiği Karaçay-Çerkes’den Dağıstan’a kadar tüm Kuzey Kafkasyalıların katıldığı merkezi Sohum olmak üzere başkanlığını Şenuba YURA’nın yaptığı ‘Kuzey Kafkasya Dağlı Halklar konfederasyonu’ kuruldu ve 1991 21 Mayısında Sohumda yoğun bir katılımla ‘Abhazya’ya dayanışma mitingi’ yaptı. Dayanışma ve örgütlenmenin eksik ayağı Türkiye diasporasıydı.
Sanılanın aksine V.Ardzınba’nın diaspora ziyareti anlık bir olgu değildi. ‘O’da, sürgün felaketinin acısı, diasporadaki kardeşlerinin derin özlemiyle yetişmişti. Özgür-bağımsız Abhazya Cumhuriyeti’nin kurulması önceliğinden sonra ikinci önemli hedefi diasporanın geri dönüşünü sağlamaktı. İlk fırsatta ziyaret etmek istiyordu. Bu bağlamda kendisiyle vaki görüşmelerimizde, bu kritik dönemde diasporamızın ziyaretini sabırsızlıkla beklediğini söyleyip davetlerimizi yineliyorduk. Ayni davet taleplerinin kendisiyle görüşen duyarlı halkımızın da içtenlikle yaptığından da kimsenin şüphesi olmasın. Bu tarihimizin, anavatanın çağrısıydı.
V.Ardzınba bu eksikliği gidermek bizzat gelerek Kuzey Kafkas-Abhaz diasporasıyla bire bir ilişki kurup dayanışmayı sağlamak,
zayıf bir ihtimalde olsa belki olumlu siyasi destek bağlamında Türk hükümeti ve muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmek amacıyla gelmek istediğini bir ay öncesinden bize bildirdi. Çok sevinmiştik, Nartaş olarak tüm arkadaşlarımızın mutabakatıyla ziyaretin tüm maddi külfetini de yüklenerek organizasyonunu üstlendik. Ziyaretin siyasi ayağında da Başkanlığını, İ. Argun’un komşusu ve yakın dostu Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ’ın yaptığı ‘Türk Aydınlar Ocağı’ın samimi katkılarını belirtmeden geçemeyeceğim.
V.Ardzınba’nın beraberinde ki heyet; dönemin Abhazya Dışişleri Bakanı Kostantin Wozgan, Ayıdgılara başkanı parlamenter Gennadi Alamıa, Kültür Bakanı Nodar Canba, Ulaştırma Bakanı G.Dopua, baş danışman ve sekreteri Anri Cergeniya, Kooperatifler birliği başkanı Ruslan Azınba, başarılı genç bir basın mensubuyken Abhazya’ya yerleşip Ardzınba’nın sekreteryasında çalışmaya başlayan ve heyetin tercümanlığı üstlenen Papa Sezai Babakuş’dan oluşuyordu.
Ardzınba ve Heyeti 24.07.1992 Cuma Günü Öğlen Sularında İstanbul Atatürk Hava Limanına İndi. Halkımız tarafından coşkuyla karşılanan V.Ardzınba ve heyetini Dolmabahçe’de Swiss Hotel’e yerleştirdik. Ardzınba’ya kral dairesini tahsis ettik. Lumuzin arabalar ve korumalar sağladık. Devlet Başkanı’mızın halkımıza yaraşır en iyi şekilde ağırlanması gerekiyordu. Kaldığı süre içinde her gün yoğun halkımızın yoğun ziyaretiyle otel dolup taştı. Gelen ziyaretçilere de ikramda bulunulması için talimat vermiştik. Çünkü süreç içinde ortadan kaybolanlar (ki sonradan büyük vatansever oldukları iddiasıyla hep ortada dolananlar) kadar iki teneke mısırı varsa birini Abhazya için veren kardeşlerimizi, “Onlar orada bir şey yiyebiliyor mu?” diyerek yemek yiyemeyen çocuklarımızı da görmüştük. Dayanışmayı bilen ve gücü neye yeterse onunla destek veren; paylaşmayı bilen gözü gönlü tok halkımızla paylaşmak, dayanışmak bize haz veriyordu.
TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk V.Ardzınba ve heyetini Dolmabahçe Sarayı’nda, büyük bir konukseverlik ve ilgiyle ağırladı. Ardzınba bu görüşmeden memnun ayrıldı. Binlerce halkımız; Adapazarı Balbalı Köyü’nde V.Ardzınba ve heyetini şölen havasında bağrına bastı. Ardzınba yaptığı konuşmayla çağrı niteliğinde önemli mesajlar verdi. Ardzınba’nı halkıyla kucaklaşması önemli bir anı olarak tarihteki yerini aldı.
Nartaş’daki arkadaşlarımız khabzemiz gereği bir kenara çekilip kardeşlerimizi büyük bir mutlulukla halkımızla baş başa bıraktık. Sadece siyasi görüşmelerde eşlik etme görevini Atay Ceyişakar’a bıraktık. Adapazarı’ndaki tarihi buluşmada, sağ olsun çektiği binlerce fotoğrafla büyük bir arşiv bırakan Adülkadir Azınba’nın bir iki karesinde bir köşede İ. Argun’la birlikte bir köşede görünüyoruz. Bu güne kadarda hiçbir arkadaşımız bu konuyu dillendirmedi. İlk kez bu yazıda tarihe not düşünüyorum.
V.Ardzınba, Ankara’da ilk önce Kuzey Kafkas kardeşlerimizin de katılımıyla kalabalık bir heyet halinde devlet protokolüyle Anıt Kabir’i ziyaret etti. Askerlerin taşıdığı çelengi elleriyle mozoleye koyup saygı duruşunda bulundu. Devlet başkanlarına mahsus deftere, Abhazca not düşüp imzaladı. Komitemizin Ankara’da diş ilişkilerden sorumlu ve bu görevini sürdüren Kuarshaliya Bediz Tantekin, Anıt Kabir yetkilerinden Abhazca yazılan ancak tercümesi yapılamadığı için bilinmeyen bir dil diye arşive kaldırılan tarihi metnin kopyasını alıp arşivimize koydu. Metnin tercümesi yapılarak yetkililere verildi ve böylece Anıtkabir arşivinde dilimiz bilinmeyen bir dil olmaktan çıktı, metin Abhazca olarak adlandırıldı.
En olumsuz görüşme bile görüşmemekten daha yeğdir. Heyet Mecliste siya grubu bulan parti başkanlarıyla görüştü. Refah Partisi başkanı Necmettin Erbakan’dan sonra, DSP başkanı Bülent Ecevit’le gayet verimli bir görüşme yapıldı. İstanbul Konrad otelinde eski Başbakan Mesut Yılmaz’la görüşme ve
kardeşinin Abhazya’ya verdiği desteğin aksine-soğuk geçmişti. V.Ardzınba kökenini öğrenince bize kızarak; -“Bilseydim kesinlikle görüşmezdim!” diyerek tepkisini dile getirdi.
Hükümet kanadındaysa, Başbakan Süleyman Demirel resmi devlet politikası gereği görüşmemekte kararlıydı. TRT’de ziyaretin haberleştirilmeme talimatı verilmişti. Başbakanın, Gürcistan’da ikinci bir İsrail yaratmak isteyen Siyonistlerin güdümündeki müttefik ABD’nin izni olmadan dış politika da bir adım atması düşünülemezdi. Doğal olarak V.Ardzınba’nın başbakanla görüşememesine şaşırıp üzülmeye gerek yoktu. V.Ardzınba bu olgunun muhakkak farkındaydı, problem de yapmadı.
O dönemde Gürcü lobisinin lideri tarım bakanı R. Şahin, Orman Bakanı H. Ekinci ve diğer parlamenterler, Gürcistan’ın bayraktarlığını yapıp hükümete baskı yaparken, bizdeyse, D.Y. Partisinde siyaset yapanlardan Başbakanın en yakın olduklarını belirtenler ortalıkta hiç görünmedi. Bir tek Sakarya DYP il başkanı ve Sakarya Kafkas Derneği başkanı Mecdi Cengiz var gücüyle hizmetlerine devam etti. Bu kesim dışında savaş sürecinde ortalıkta hiç görünmeyenler son dönemde hep birlikte adeta mantar gibi bitip halkımız ve sivil toplum kuruluşlarını bölüp bölüştürüp sıkıntı ve zaafiyet yarattılar.
Bu arada Türkiye’den Azınba bir büyüğümüz bize haber verme nezaketini göstermeden başka bir dünyanın mensubu yeğeniyle birlikte, Türkiye’ye gelişine ve misafir edilmesine hiçbir katkısı olmadığı halde, V.Ardzınba’yı bir günlüğüne alıp götürdü. Ayni gün A. Ceyişakar son derecede sıkıntılı yeğen hakkında bana; -“Bana haber vermeden niçin getirdiniz! Haberim olsaydı Başbakan’la görüşmeyi sağlardım diye ciddi sıkıntı yarattı. Şu an temsilcilikten de istifa edip çekilmeyi düşünüyorum!” dedi. Kendisine; -“Canını sıkmaya değmez, gül geç! Şunu söyle, ’buyur, elinden tutan yok hemen görüştür’ de.” Atay, V.Ardzınba uçağa binerken hediye verir gibi istifa maktunu eline tutuşturdu.
V.Ardzınba’yla görüşmeyen dönemin T.C. Başbakanı Süleyman Demirel, 30 Temmuz 1992’de Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’le birlikte Gürcistan’a gidip, federatif yapısını göz ardı edip üniter yapısını da kapsayan bir dizi anlaşmalar yaparak döndü.
Muhalefet lideri Bülent Ecevit, savaşın başlamasıyla 19 Ağustos 1992’de TBMM’de S. Demirel’i ağır bir dille suçlayan bir konuşma yaptı; -“Gürcistan’ın federatif yapısını dışlayarak üniter bir devlet olduğunu kabul eden anlaşma tarihi bir hatadır. Gürcistan’ın tek güvendiği Türkiye’nin taraflar arasındaki sorunu barışçıl görüşmelerle çözümlenmesi için baskı yapıp savaşı önleme gücünü kullanması gerekirdi. Siz üniter yapısını kabul ederek Abhazya sizin iç sorunuz, biz karışmayız cesaretini vermiş oldunuz! Dökülen kanda vebaliniz vardır!” diye özetleyebile-ceğimiz konuşmasını yaptı. (Konuşma metnini Komitemizin web sayfasında okuyabilirsiniz.)
V.Ardzınba basın toplantısı yaptı, iş adamlarıyla görüştü. Döneceği günün son akşamında halkımızın katılımıyla misafirlerin onuruna yemek verdik. V.Ardzınba 31 Temmuzda 1992 tarihinde heyetiyle birlikte memnun bir şekilde aramızdan ayrıldılar.
Ziyaretin mali portresi, ikiyüzbin dolar civarındaydı. Buna değinmenin nedeni sadece, toplum için yararlı aktiviteler için ekonomik güç birliği yapmanın önemine vurgu yapmaktır. Yoksa savaş zamanında yastık altındaki kefen parasını bağışlayan Uzunyayla Adige thamadasının katkısı çok daha anlamlı ve değerli.
İ.Argun bir gün dernekte, yapılan her işi ağır şekilde eleştiren arkadaşları ve büyüklere; -“Sizler fesat üretip ortalığı karıştırmaktan başka yaptığınız olmadığı gibi, maddi katkınızda da çok cimrisiniz.
Bir de eleştiriyorsunuz! Şunu unutmayın! Parasız hiçbir şey yapılamayacak bir dönemde yaşıyoruz, böyle büyük bir mücadele yüreksiz olmaz ama bu yüreklerin maddiyatla desteklenmesi gerekir. Siz yürekle de parayla da bu mücadeleye destek vermiyor; utancınıza kılıf uydurmak için fesatlık yapıyorsunuz.” dedi. Her platformda çekinmeden gerçekleri dile getirirdi. Sevenleri ve saygı duyanları çok olduğu gibi İ.Argun’dan bir kesim bu yüzden hiç hoşlanmadı.
Nartaş’ın Dramatik Sonu.
Şimdi Nartaş’ın Batırılışını Apsualık Nezaketi Çerçevesinde Anlatacağım.
Savaşın bitimiyle birlikte o dönem devletin ekmek fabrikası kapalı olduğundan ekmek tedarik sıkıntısı vardı. Bizde otel yatırımımıza ilaveten, Sohum’da ikiyüzellibin dolarlık bir meblağla elektrikli çift fırınla çalışan günlük onbin adet üretim kapasiteli modern bir ekmek fabrikasını yatırımın tamamını biz realize ederek kurduk. Ortaklarımızdan bir arkadaşımız güvenimizi istismar edip Abhazya’daki yakınımız olan partnerlerimizle işbirliği yaptı ve yatırımlarımızla fiili ilişkilerimiz kesildi. Netice olarak kuruluş hayallerimizle birlikte yatırımlarımız güme gitti. Ekmek tedariki sıkıntısı giderildikten sonra halka açılması planlanan ekmek fabrikası, halkın değil şahısların oldu.
Nartaş’ın kuruluş amaçları sadece Abhazya’yı kapsamıyordu, kardeş cumhuriyetlerle bir ekonomik ağ kurulabilirdi. Nartaş’ın kurulduğunda bahsi geçen arkadaşımızın Kafkasya’daki hayalet bir tesisine ciddi bir ödeme yaparak ortak olmuştuk. Savaş dönemi ve sonrasında güney Kafkasya’dan nihayetinde Kuzey Kafkasya’ya kadar gezinen hiç görmediğimiz bu hayalet tesisin işletme masrafı olarak ilave ödemelerde yapmıştık. 1998 yılında, İ. Argun, Rahmi Tuna’yla birlikte, Karaçay Çerkeste gerçekleştirilen Dünya Abhaz Abazin Kongresine katılmıştık. Ortağımız Abazin bölgesinde kurulduğunu söylediği tesisin yeni ortaklarıyla bizi tanıştırarak program gereği Pazar günü Abazin bölgesinde yapılacak ziyaret esnasında tesisi bize göstereceklerini söyledi. Bizi yanıltmadı, ertesi gün ortalıkta yoklardı. Bize mihmandarlık yapıp evinde ağırlayan eski vali ve işadamı Argun kardeşimiz, konu hakkında kendisine en ufak bir bilgi vermediğimiz halde, Komite olarak İstanbul’da ağırlamak onurunu yaşadığımız Merhum Prof. Dr. Yuri KALMUKOV’un mezarını ziyarete giderken gülerek bize; -“Şimdi size buradaki tesisinizi göstereceğim!” dedi. Şaşırmıştık! Demek ki arkadaşımızın ve hayalet tesisinin ünü buralara kadar ulaşmıştı. Nihayetinde binaya geldik. İkiyüz metrekarelik binanın içi bomboştu.
Nartaş hayal kırıklığından sonra yine yılmadık, bu kez İ. Argun, Geçba Gündüz Yıldırımgeç ve ben, birlikte Tsandrıpşta Psow sınırına yakın bir yerde yüzyirmibin dolarlık bir yatırımla modern bir fırın kurduk. Fırını alırken fabrika sahibi bize, Sohum’daki fabrika için aldığımız iki fırın için malum arkadaşımıza yüzde onbeş komisyon verdiğini söyledi.Bu yatırımları planladığımız noktaya maalesef ulaştıramadık. 1994 Aralık ayında Rusya-Çeçenistan savaşı nedeniyle Abhazya’ya da ambargo uygulayarak Psow sınır kapısı da kapatmıştı. Abhazya yatırım maceramız hüsranla neticelenmişti. Yeni açtığımız fırını da Abhazyalı, halkın yararına çalıştığına ve çalışacağına inandığımız bir devlet adamına hediye ettik.
Savaş öncesi ve sonrasında Abhazya’ya ilk ciddi yatırımı biz idealist arkadaş grubu yapmıştı. İçimizden çürük çıkmasaydı, bugün Nartaş halka açık ve diğer iş adamlarımızın da Abhazya’da ve diğer cumhuriyetlerimizde ciddi yatırımlar için cesaretlendirecek örnek-başarılı bir şirket olarak yoluna devam edecekti. Ortak olmaları için teşvik edip hatırımızı kırmayan başta Adige arkadaşlarımız olmak üzere hiçbiri bize sitem bile etmeyip asaletlerini ortaya koydular. Hep birlikte bu acı deneyimi,
kimsenin yatırım cesaretini kırmasın diye dillendirmeden, küllendirip toprağa gömdük.
Nartaş’ın olumlu sonuçlarından biride, savaşın başlamasıyla birlikte V.Ardzınba’ın direktifiyle kurulan, sürgünden sonra tüm Kuzey Kafkas kardeş halkları ve Abhazların dayanışma içinde güç birliği yaparak oluşturdukları en önemli sivil toplum kuruluşumuz Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi-Ayıdgılara’nın nüvesini oluşturmasıydı. Komitemiz, aldığı prensip kararıyla, dedikodulara mahal vermemek için bir daha kesinlikle Abhazya’dan bir maddi varlık edinmedi. Abhazya Devleti’nce, Komitemize diasporanın yararına tahsis edilen ikiyüz dönümlük araziyi de, kuruluşundan sonra Abhaz Dernekleri Federasyonuna devrettik. Akıbetini de bilmiyoruz.
Ardzınba’nın 1999 Türkiye-Diaspora Ziyareti.
KADK’si kuruluşundan itibaren; gerek Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz gerekse dış ülkeler nezdinde, Abhazya Cumhuriyeti Devleti resmi sembolleriyle birlikte halkımızın onur ve saygınlığını önceleyen ilkeli duruşu tutarlı çizgisiyle; duyarlı diasporamızın hassasiyet-desteği, başta Ebedi Liderimiz ve devlet yönetimiyle eşgüdümlü çalışma neticesinde en üst seviyede tutmayı başarmış, asla zedelenmesine müsaade etmemiştir. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri görüşmelerimizde; -“Türkiye’nin dünyada yaygın diasporası ve lobileri olduğu halde, sizin diasporanız kadar etkin güçlü ses çıkaramıyorlar!” diye hayranlıklarını ifade etmişlerdir. Dışişleri, Komitenin web sayfasını Abhazya’nın resmi sitesi olarak değerlendiriyordu.
Ankara temsilcimiz Bediz Tantekin’in organizasyonu ile 2004 yılında Abhazya Cumhuriyeti çocukları 23 Nisan şenliklerine katılmış, TBMM’de ağırlanmıştır. Grup, o dönemde TBMM Başka Yardımcısı olan Sadık Yakut tarafından Parlamentoda resmi törenle kabul edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına davet edilerek ağırlanmışlardır.
Abhazya-Gürcistan başbakanlar seviyesinde yürütülen resmi görüşmelerin biri de Yunanistan’da gerçekleştirilmişti. Türkiye Cumhuriyeti bundan rahatsızlık duyarak bir sonraki toplantıya ev sahibi yapma arzusunu BM’ye bildirip kabul ettirdi. Başbakanlar seviyesindeki toplantı 1999 yılında İstanbul’da yapılacaktı. T.C.’ti toplantıya V.Ardzınba’nın da gelmesini çok arzu ettiğini bildirdi. V.Ardzınba heyetle birlikte gelmeyi kabul etti.
Şimdi Komitenin dış ilişkilerden sorumlu Sayın Bediz Tantekin’nin geziyle ilgili anekdotunu yazacağım. –“T.C. Dışişleri ziyaretten bir gün önce benden karşılamaya iştirak edecek protokol listesini istedi. Bende en başa Abhazya Büyük Elçisi Vladimir Ayüzba’yı yazarak listeyi ilettim. Kısa bir süre sonra beni arayıp, ‘Türkiye’nin Abhazya’yla diplomatik ilişkisi yok! Bu nedenle lütfen V.Ayüzba’yı listeden çıkarın!’ dediler. Geç bir saatti, o saatte durumu Ardzınba ve Komiteye bildirmeye çalışmak iş işten geçmesine neden olabilirdi, bu nedenle inisiyatif kullandım, yetkiliye; ‘Eğer Büyük Elçimizi protokole katmayacaksanız, bunu V.Ardzınba’ya iletmemiz, durumun yeniden değerlendirilmesi gerekir. Komite olarak gelmemesi yönünde görüş bildiririz. ’dedim. Daha sonra arayan dışişleri yetkilileri bizim protokol listemizin geçerli olduğunu söyledi ve başta büyükelçimizin olduğu liste karşılıklı onaylandı.
V.Ardzınba uçağı indiğinde kırmızı halı serilip dışişlerince devlet protokolüyle karşılandı. VİP salonunda bir süre dinlendikten sonra, yüzlerce araba, binlerce kardeş halklarımız ellerinde bayraklarla coşkuyla karşıladılar. Hilton oteline kadar T.C. polis eskortlarıyla resmi bir konuk olarak götürülen V.Ardzınba’nın konvoyuna birlikte eşlik ettiler. Toplantılar esnasında Gürcistan Başbakanı, heyetiyle birlikte, T.C. Dışişleri aracılığıyla Komitemizle görüşmek istediler. Vaki talebi kabul ederek toplantıyı yaptık. Diaspora; V.Ardzınba, Başbakan S.Bagapş ve heyetini en iyi şekilde ağırladı. Komiteyi ziyaret ederek Abhazya’nın en yüksek Leon Devlet nişanıyla onurlandırdı.
V.Ardzınba ve beraberindeki heyetin T.C. Devletimiz tarafından Abhazya Devleti’nin onuruna layık bir şekilde karşılanıp ağırlanması, Kardeş Kuzey Kafkas halkları ve Abhazların ortak akılla birlik beraberlik içinde güç birlikteliği içinde hareket etmelerinin bir tezahürü olduğu çıkarımını yapabiliriz.
V.Ardzınba, lider kişiliği dehası ve devlet adamlılığıyla; devleti ve halkının onur-saygınlığını hep en üst seviye tutmuş, zerre kadar halel gelmesine asla izin vermemiştir.
Üç sene önce 23 Nisan bayramına katılmak için Kocaeli B. Şehir Belediye Başkanınca Abhazya’dan gelen çocuklarımız, resmi makamlarca engellenmiş, bu yıl halk meclisi toplantısı adı altında bir köyümüzde yapılan etkinliğe, bakan gelecek diye Abhazya Devlet Bayrağımızın asılmasına müsaade edilmemiş, nihayetinde bütün sınır girişlerine talimat verilerek Hacımba’nın girişi yasaklanmıştır. Bunlar gibi olumsuz örneklemeler getirildiğimiz noktayı göstermektedir.
Ardzınba Sonrası Abhazya!
Ardzınba son Türkiye ziyareti dönüşünde, istekli olmamasına rağmen ısrarla götürüldüğü Tiflis’te, aynen Nester LAKOBA’ya yaptıkları gibi Gürcistan tarafından zehirlenmiş, 2002 yılından itibaren sağlığı iyice bozulunca devlet yönetiminden de uzaklaşmış nihayetinde genç yaşta ebediyen aramızdan ayrılmıştır.
Duyarlı Halkımız, Değerli Gençler!
Başlangıç bölümünde değindiğim gibi, Abhazya Cumhuriyeti Devleti ve diasporasıyla birlikte halkı; savaş öncesinden günümüze kadarki süreçte Başta Gürcistan olmak üzere emperyalist güçlerin, içimizden devşirdikleri işbirlikçileriyle birlikte, karanlık emellerinin hedefi olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bu olgu, her an teyakkuz ve tetikte olmamızı gerektiren, her devlet ve halkın yaşadığı-yaşatıldığı kaçınılmaz bir realitedir.
Bu bağlamda Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesine kuruluşundan itibaren yardım, işbirliği teklifinde bulunan çeşitli fraksiyonlardan, fundamentalist İslamcılardan, islamofobik kuruluşlardan, Soros ve benzeri vakıf ve STK’lardan uzak durdu, aramıza sızmalarına müsaade etmedik.
Rusya-Çeçenistan savaşı başladığında ‘Kafkas-Çeçen Dayanışma Komitesi’ni; KADK. Ofisimizde, KADK.’nin kuruluşundan beri üyemiz olan Çeçen Avukat Muktedir İlhan, Avukat Abdurahman ÖZDİL ve arkadaşlarıyla birlikte kurduk. Kendilerine –“Yabancı güçlerden uzak durun, aksi takdirde Çeçenistan için felaket olur!” dediğimizde, o günkü çaresizlik psikolojisiyle M. İlhan; “Büyük bir güçle savaşıyoruz, Çeçenistan’ın özgürlüğü için her yardımı kabul etmek zorundayız!” diye yanıtlamıştı. Maalesef ‘O’ dost (!) yabancılar, herkesten çok zarar verdi.
Atalarımızın karakterimizi belirten; “Her Apsua halkının hizmetkârıdır!” özlü sözünü rehber edinip gençliğimden itibaren tüm önemli toplumsal olayların içinde oldum, olanaklarımın elverdiği ölçüde fiziki-maddi-düşünsel anlamda katkıda bulunmaya çalıştım. Kuzey Kafkas kardeşlerimizle birlikte Abhaz diasporasını ve anavatanımızı, tevazu göstermeyeceğim, tarihimizin aydınlık-karanlık sayfalarıyla birlikte en iyi bilenlerden biriyim, toplumsal hafızamızın bir parçasıyım. Arkasında duramayacağım sözü de asla sarf etmem. Söylemlerimin hepsinin bedeli ödenmiştir. Komitemizdeki arkadaşlarımızla birlikte mücadelemiz kötülerle değil kötülükle olmuştur. Artı-eksilerimizle, kimseyi dışlamadan kucaklaşmamız gerektiği bilincindeyiz. Problemleri kişiselleştirmedik. Kişi-olguları; toplum ve devletimize pozitif-negatif etkileriyle değerlendirmek baş kriterimiz olmuştur.
İlkeli duruşumuzla gerçeklerin arkasında durduk ve açık yüreklilikle dile getirdik. Yazdıklarımı da bu bağlamda değerlendirmenizi rica edeceğim.
Değerli Gençler!
Bilgi ve deneyimler paylaşıldığı zaman anlam kazanır. Şu anekdottaki özlü sözleri bireysel ve toplumsal yaşantınızda rehber edinmeniz dileğimle naklediyorum. 1930 yılında başta Ayıgba Haç-Kog olmak üzere Efteniye büyüklerinin davetine icabet eden Süleyman Bganba, hitap etmek üzere bütün gençlerin toplanmasını rica etmişti. Konuşmasını şu sözlerle bitirdi; -“Her daim iyiyle-kötüyü, dost-düşmanı ayırma ferasetine yani akıl-bilgeliğine sahip olun! Birde dilimizi her konuşanı Apsua zannetmeyin! Ben bunun bedelini çok ağır şekilde ödedim!”
Ödediği ağır bedel hep aklımda soru işareti olarak kaldı, nihayetinde ilk Abhazya seyahatinde Gazeteci Simon ADLEYBA’nın radyoda yayınlanan annesiyle yaptığı söyleyişini de içeren ve kaydını da bize verdiği belgeselde öğrendim. Çarlık Rusya’sın Ekim devrimiyle yıkılmasından sonra Menşevik Gürcistan, Bolşevik tehlikesini bahane ederek 1918 Haziran başında Abhazya’yı işgal etmişti. Kardeşi Rüştü Beyle askeri okulda aynı sınıfta okuyan Enver Paşa adeta elinde büyümüştü. Topladığı Abhaz gönüllüleriyle Batum’un kurtarılmasına katılmış gazi olmuştu.
Enver Paşanın Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan’ın kurtarılmasın ilk ayağı başarılmış orduyu kutlamak için Batum’a gelmişti. Süleyman Bey E. Paşadan Abhazya’yı, milis güçleriyle birlikte işgalden kurtarmak için silah ve mühimmat ve çıkarma için gemi rica etti. Paşa; ‘Bolşeviklerle anlaşma yaptık, resmi olarak destek vermemiz mümkün değil! Gayri Resmi olarak gerekli desteği vereceğim!’ sözü verdi. Süleyman Bey diasporadan topladığı savaş deneyimleri olan binaltıyüz Vatansever Abhaz gönüllüyle birlikte, yeterli savaş gereçleri ve mühimmat taşıyan bandırasız, isimleri silinen, biri Gagra, ikincisi Sohum üçüncüsü ağırlıklı olarak Oçamçira’ya çıkarma yapacak üç savaş gemisiyle 28 Haziran 1918 tarihinde Batum’dan hareket etti. Kadersizlik, çıkan şiddetli fırtına yüzünden iki gemi geri döndü, ancak Oçamçira’ya çıkarma yapılabildi. Mücadele arkadaşları direniş önderleri, Nester Lakoba, ünlü-dirayetli Darukoyıpa Tataş Marşan, son Abhaz kraliyet veliahdı Aleksandr ÇAÇBA (dünyaca ünlü ressam), Cvıcba Takuiy ve çiftliğinde karargah merkezini kurduğu altı dil bilen iki metre boyundaki mühendis genç Stefan Kapba. S.Adleyba’ın söyleşi yaptığı o zaman onüç yaşlarında ki annesi, S.Kapba’nın yaşlı kız kardeşi; “kör lakaplı (annesine müdahale ederek ismini söyletmedi) içlerinde yer alan birisi ağabeyimi ihbar etti. Gürcülerin baskınıyla ağabeyim yakalandı çiftliğimiz köyümüzle birlikte çok sayıda köylerimiz yakıldı-yıkıldı insanlarımız vahşice katledildi. Stefan kurşuna dizildi. Bganba Süleyman yıkılmıştı. Panöy dağlarında kendisini kuşatan Gürcü kuvvetlerini yararak Batum’a döndü. Gönüllülerin bir kısmı Apsnı’da kaldı.”
Süleyman Bganba’ın ödediği ağır bedeli öğrenmiştik. Güvendikleri en yakın bir arkadaşlarının ihaneti belki de Abhazya’nın kaderini değiştirecek bir mücadelenin felaketle neticelenmesine sebep olmuştu. Şunu öğrenmiş oldum! Hainlerin sayısı önemli değilmiş!
‘Dilimizi her konuşanı Abhaz zannetmenin’ bedelini, her toplum gibi biz Abhazlar da tarihimizde en ağır şekilde ödedik halende ödemeye devam ediyoruz. Şaşırmamak lazım! Bizde de vatansever kahramanlar çıktığı gibi, hain-işbirlikçilerde çıkmıştır. Bu doğal sosyolojik bir gerçekliktir. Doksanüç harbi neticesinde sürgün felaketimize sebep olanlar başta olmak üzere sayısız örnek verebiliriz.
Değerli gençler! Yakın tarihimizle birlikte geçmişi iyi bilmeliyiz. Geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz.
‘Geçmişine kurşun sıkana, gelecek topla cevap verir!’ atasözümüz bu gerçeğin en özlü ifadesidir
Dış düşmanlarımızı tanırız, kendimizi koruma pozisyonunu alırız. Onlardan kat be kat tehlikeli olanlarsa; içerden devşirdikleri işbirlikçilerdir. Onları tanımanız çok zordur. Yüzleri maskelidir. Hava gibi, estiğinde hissedersiniz, bukalemun gibi bulundukları ortama göre renk değiştirirler, virüs gibidirler görmeniz mümkün değildir ve süratle topluma nüfuz ederler hastalık nüksedince, olumsuz gelişmeleri yakinen takip edip akıl-sağduyuyla değerlendirenler, politik-toplumbilimcilerin ortak konsültasyonuyla kısmen belirlenebilir. Sayıları önemsiz olup genelde azdır, ancak bir kişi bile olsa tahribatları büyüktür.
Yanıltılmamak, Aldatılmamak İçin; “Seçilen Değil, Seçen Olun!”
Tekrar ediyorum! “kötülüğün karşısında sessiz kalmak, kurşundan daha öldürücüdür!” Feraset-sağduyu ile gerçekleri dile getirmede, İsmet İnönü’nün; “namuslular, namussuzlar kadar cesur olmalıdır!” veciz sözünü rehber edinmeliyiz.
Hedefte olan Abhazya ve halkımız içinde, yukarıda değindiğim bu karanlık gerçekler aynen söz konusudur. Dış güçlerin diaspora ayağında ki işbirlikçilerin; yaşanan olumsuz olay-olguları dikkatlice takip edip derinlemesine tahlil ettiğimizde, artık kısmen duyarlı halkımızın nezdinde deşifreye olmaya başlayan sadece üçlü bir sac ayak olduğunu göreceğiz. Onlar kendilerini biliyorlar.
Diasporamızın Üzerinde Kurgulanan Hedeflerini Dört Ana Başlıkta Toplayabiliriz.
İlki; halkımızı kutuplaştırıp bölüp bölüştürerek, kişi-kurumlarımızı hedef alıp olumsuzlaştırarak, birlik beraberliğimizi zaafiyete uğratmak, Kuzey Kafkas halklarıyla aramıza nifak sokup ayrıştırarak kardeşliğimize zarar vermek netice olarak tüm diasporayı; dünya politik arenasında-kamuoyu nezdinde olumsuz bir imaj yaratarak itibarsızlaştırmak. Marjinal kutuplaşmalar haricinde duyarlı feraset sahibi halkımızı bölmeyi başaramadılar. Kuzey Kafkasyalı kardeşlerimizle binlerce yıldır süre gelen kardeşlik gerçeğini ve dayanışmayı zedelemeyi, bırakın bunları dünyadaki hiçbir güç başaramaz. Bunu kendileri de biliyorlardı ama asıl hedefledikleri şeyi başardılar; Türkiye ve dünya nezdinde diasporanın pozitif görüntüsünü negatife çevirip gölge düşürdüler.
İkinci amaca geçmeden önce Adige-Abhaz toplumumuzun kısmi bazı yanılsamalarıyla ilgili iki tespitimize değineceğim! Birincisi, halen kabile zihniyetinden kurtulup bir bağımsız, tanınmış Abhazya Devleti’nin varlığını kimilerimiz tam içselleştiremedi ilişkileri de bu çerçeveye oturtmaya çalışıyor. İkincisi, Abhazya Cumhuriyeti’ni, en güçlü kurum olarak ben temsil ederim çaba ve yanılgısı. Efendiler! Devletler, dış dünyada siyaseten kendi diplomat-elçilikleriyle temsil ederler. Diplomatik ilişki kurmadıkları devletlerle de gayri resmi temsilciliklerle ilişkilerini yürütürler, Tayvan örneğinde olduğu gibi. Bu nedenle Adige-Abhaz iki üst kurumumuz sığ bir düşünceyle Abhazya’yı ‘en güçlü yapı biziz, biz temsil ederiz!” kısır çekişmesine girdiler. Önlerinde engel olarak da, KADK‘si ve Eski Abhazya temsilcisi-büyükelçisini gördüler. KADK’sinin bu bağlamdaki işlevi sadece B. Elçimizle T.C. Devletimiz arasında ki gayri resmi ilişkilerde aracı olmaktan ibaretti, bunu da gayet başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Türkiye’deki Eski Abhazya Temsilcimiz de Türkiye Cumhuriyeti nezdinde saygı gördü.
Yaptığımız bu ön değerlendirmeden sonra malum ikinci hedeflerine geçelim. Savaşın başlamasıyla V.Ardzınba’nın direktifiyle kurulan, Abhaz ve kardeş tüm Kuzey Kafkas halklarının birlik ve
dayanışma gücünü en üst seviyede temsili için oluşturdukları Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi’ni (KADK) yok etmek. İstanbul Kafkas-Abhazya Kültür Derneğinde bazı yaşça büyüklerimizin de iştirak ettiği bir grup, tüzel kişiliği olmayan bu kurumumuz için ’artık işlevini tamamladı’ diyerek yok hükmünde traji-komik bir karar aldılar. Kardeş halklarımızla birlikte bizi bir arada tutan mayamız ve ruhumuzun ifadesi olan ebediyen var olacak; ‘Dayanışma-Abhazcası Ayıdgılara’ gerçeğimizi hangi güç yok edebilir! Başaramadılar.
Üçüncü hedefleri; V. Ardzınba’nın 1994 Şubat başında, Türkiye’nin de zımnen gayri resmi olarak itibar edip kabullendiği Vladimir Ayüzba’yı Türkiye’ye göndererek kurduğu, Abhazya Devleti resmi Büyük Elçiliğini itibarsızlaştırıp etkisizleştirmek başarabilirlerse yok etmek. Bizce malum işbirlikçilerin kışkırtmasıyla yine yaşlı bazı büyüklerimizin önderliğinde, bir STK’mız, yanılttıkları bazı kardeşlerimizle birlikte, komitenin öncülüğünde diasporamızın, tapusunu derneğimize emaneten vererek satın alıp resmi bir yazıyla Abhazya Devletimize hediye ettiği elçilik binasını, Büyükelçi Vladimir Ayüzba Abhazya’da iken kapısını kırıp işgal ettiler. Gürcistan savaşından sonra Abhazya devleti maalesef ironik bir şekilde kendi halkınca saldırıya uğramıştı! Bilindiği gibi Devlet elçilik, misyon binaları, o devletlerin toprakları sayılır. Duyarlı halkımızı derinden yaralayıp tepkisini çeken, Apsualıkla hiç bağdaşmayan, dünyada bir örneği olmayan, son derecede düşündürücü bu üzücü olay tarihimize kara bir leke olarak geçti. Cevaplandırılması gereken soru şu! Nahoş olayın sakinlerinin gözlerini bu derecede karartmalarının sebebi neydi? Bu saldırı kimin işine yaramıştı?
Abhazya Devlet Başkanlarını tenzih ederek kamu yöneticilerinin temsilcilikle ilgisizliği, konumuzun başka bir boyutu. Devletimiz ve halkımızın onuruna biz sahip çıkmayıp değer vermezsek, başkalarından saygı beklemeye hakkımız yoktur.
Konuyla ilgili çarpıcı bir anekdota değinmeden geçemeyeceğim. Arşivimde var, yanılmıyorsam 2013 sonbaharında, Abhazya Dışişleri Bakanı değerli akademisyenimiz Vyaçeslav Çirikba bir heyet halinde Türkiye’ye geleceğini Vladimir-(Vova) Ayüzba’ya bildirdi. V.Ayüzba’nın ricası üzerine KADK’si olarak ev sahipliğini üstlendik. Komite üyemiz olan ve temsilcilik binasını dört duvar bırakıp baştan aşağıya yenileyen Sn. Kuarshaliya Turgut Altınsoy Maltepe’de beş yıldızlı otelde yerlerini ayırttı. Misafirlerimizi almak için Cuma sabahı erken saatte Turgut Altınsoy’la hava limanına gittiğimizde ortalıkta yüksek sesle kıyametler koptuğunu duyduk, merakla gürültünün geldiği yere baktık! V.Ayüzba; başlarındaki yaşlı büyükleriyle federasyon mensupları, heyetteki sonra da V.Ayüzbanın halefi olacak genç İ.Gıtsba’ın hakaretimiz saldırıları altında ortalık inliyordu. Havalimanı tarihinde böyle bir rezalet yaşamamıştır. Görevliler de gelmişti. Çirikba ve yaşlı büyüğümüz sessizce olanları seyrediyordu. Vladimir Ayüzba hepsinin ağızların payını usulünce veriyordu. Şok olmuştum, Apsualıktan eser yoktu, hemen müdahale ettim, hepsini sert bir şekilde uyarıp nezakete davet ettim, heyetten özür dileyerek hoş geldiniz diyerek kaldırdım. Çirikba ve V. Ayüzba’yı Turgut’un arabasına alıp otele hareket ettik.
Ankara temsilcimiz Bediz Hanım yakın ilişkide bulunduğu vekillerle bir haftalık yoğun bir çalışmayla, çeşitli milletvekilleri ve tüm medyanın katılımıyla, Cumartesi günü TBMM’de bir basın toplantısı hazırlamıştı. Çirikba ile İtalya seyahatinde ve Abhazya’ya dönüşünde görüşülerek onayı alınmıştı. Öğle vakti mecliste yapılacak ve bir ilk olacak toplantıyı bildirip sabah erken çıkacağımızı söyledim. Olacağından pek ümidi yoktu ki şaşırmıştı, sevinerek davete icabet edeceğini söyledi. Gece yarısı arayıp; “böyle bir toplantıya dışişleri bakanı olarak hazır değilim!” diyerek gelemeyeceği söyledi. Israr edip bu tarihi fırsatı kaçırmaması söylememe rağmen kabul etmedi.
Bediz Hanım’ın ama daha önemlisi devletimizin düştüğü durumu düşünebiliyor musunuz? Zaten nezdimizde kendisinde olmayan devlet adamı vasfı gerçeğini bizzat kendisi tescillemişti. Malum kişilerce engellendiğini tahmin etmek zor değildi. Ertesi gün Bolu’ya gidip yiyip içtiler, küçük hesaplarına uygun yerel bir televizyona da demeç verdi.
Kendisi için Abhazya temsilciliğinde verilecek resepsiyonda, temsilcilik ofisinin anahtarını Abhazya Devleti adına teslim etmek üzere Temsilciliğe davet (!) ettik ki kendisinin Türkiye’ye gönderilişinin nedenlerinden biri buydu. Pazartesi Komite arkadaşlarımızla icabetini bekledik, öğle sonrası yanında zevatla birlikte geldiğini söylediler. Büyükelçimiz Vladimir’le birlikte karşılamaya indik. Buyurun dedik, tereddütle vakitlerinin dar olduğunu beyan ederek yukarı çıkmaktan imtina etti. Tam bir komedi yaşanıyordu! Dışişleri Bakanı, Abhazya Büyük Elçiliğine girmekten imtina ediyordu! Ziyaret edeceği yer Gürcistan elçiliği değil, işgal altında olmasına rağmen direkt kendisine bağlı B. Elçilikti. Israrla kendisini bırakmayarak adeta mecbur ettim, zorla yukarı çıkardım.
Sadece sığ zihniyet ve gerçekliğimizden ne kadar kopuk olduklarını gösteren çarpıcı bir anekdotu nezaket filtresinden geçirerek paylaşıyorum.
V.Ayüzba’nın makam odasındayız. Toplantı başladığında daha misafirlere hoş geldiniz denmesine fırsat kalmadan, halefi olacak genç delikanlımız, bir fedai gibi ayakta parmağını Ayüzba’ya doğru tehditkar şekilde sallayarak sözlü ilk salvolarını yaptı. Büyük Elçimiz; “Terbiyeni takın! Parmağını da olması gereken yere koy, söz vermeden de konuşma, otur oturduğun yerde!” diyerek ilk darbeleri savuşturdu! Bu arada dar bir mekânda yapılan ve uzayan görüşme dışarıda bekleyen halkında katılımını sağlamak amacıyla Çirikba’ya görüşmenin salona alınması teklif edildi. Çirikba, yardımcısının onay vermemesi üzerine bu teklifimizi kabul etmedi. Kerameti kendinden menkul bu gencimizin halen süren bu kerameti… ? Ortalık yatıştıktan sonra büyüğümüz Geçba Gündüz, ancak hoş geldiniz konuşma yapma fırsatı bulabildi. Misafirleri onurlandıran sözlerinden sonra içerikli bir konuşma yaptı. Konuyu Ankara Rus B.Elçisiyle Komitenin V.Ayüzba’yla birlikte yaptığı görüşmeye getirerek; “Rusya Federasyonu’yla Abhazya arasındaki ‘AYIBGA’ sınır sorununda, Rusya’nın negatif tutumunun diasporada olumsuz bir imaj ve endişe yarattı!” dediği anda, yaşı kemale ermiş eski bir siyasetçi olan zat ayağa öfkeyle ayağa fırladı. Kendisine yakışacak şekilde; “siz kim oluyorsunuz da Ayıbga sorununa karışıyorsunuz! Abhazya’nın toprak meselesini çözmek size mi düştü!” diye gürledi. Gündüz bey Apsualık asaletiyle gerekli cevabı vererek öfkesini alıp yerine oturttu. Olanları tepkisiz bir şekilde izleyen Bakanımızda birkaç nezaket sözüyle yanıt verdi. Fiziken aramızdaydı ama ruhen başka yerlerde gibiydi. İşte halkımızı ancak biz temsil ederiz diyenlerin hali pür melali böyleydi. Geleceğe güvenle bakabilirdik (!) Misafirlerimizin ziyareti bu çerçevede devam etti.
Orada yaşanan rezaletin detaylı anlatımını, diğer katılımcılara ve Abdülkadir Azınba’ya bırakıyorum.
Israrla bahse konu delikanlıyı temsilcilik makamına getirmek isteyen sayın bakan, dönüşünde ilk hamlesini yaparak V. Ayüzba’nın vize verme yetkisini, bundan böyle Psov sınırında verileceğini söyleyerek kaldırdı. Böylece temsilciliğin tabutuna bir çivi daha çakmış oldu. B. Elçiliğin vize vermesi; T.C.’nin Abhazya Devletini gayri resmide olsa tanıdığının zımnı bir göstergesiydi.
10 yıl öncesi diasporanın bilgisi haricinde, G. Soros, International Alert, Heinrich Böll gibi bazı yabancı düşünce kuruluşları ve vakıfların, Türkiye ayaklarıyla birlikte Abhaz-Gürcü bazı STK temsilcileri arasında İstanbul Silivri taraflarında zaman zaman toplantılar yapıldığı duyumları alıyorduk.
Açüşba Atilla CEYİŞAKAR ve Kuazba İlhan KIYMET ve Merhum Darınba Semih DERİNBAY, V.Çirikba’nın da içinde olduğu bir heyetin bahse konu bir toplantı için Silivri’de olduğunu öğrenince bir arkadaşımız vasıtasıyla kaldıkları otelden alıp Yeşilköyde bir restoranda Komite olarak ağırladık. Toplantılardan haberdar olduğumuzu, halkımızla niçin temas kurmadıklarını, amaçlarını sorduğumuzda; “Bu toplantılara katılmanın Abhazya’nın haklı argümanlarını dile getirmeleri açısından faydalı olduğunu!” dile getirip gizlilik sorumuzu cevaplamadılar. Kuşkularımızı dile getirip biraz yüklendiğimizde sert bir tepkiyle karşılaştık. Sonunda gönüllerini aldık. Bu vakıfların karanlık amaçlarını bildiğimizden bu tür toplantıların doğuracağı olumsuzlukları biliyorduk. Aklımızda bir soru işareti olarak kaldı.
Vyaçeslav Çirikba, Vladimir Ayüzba’nın ayrılmasından sonra ısrarla genç delikanlıyı temsilci yapmak istedi. Vladimir görevi gereği, Ankvab tarafından Türkiye’ye gönderilen Çirikba’nın ziyaretini, Ankara’da ki toplantıya katılmayışını ve yaşanan nahoş olayları Ankvab’a rapor etmişti. Ankvab’la yaptığımız bir toplantıda, Çirikba’ya haber gönderip gelmesini istedi. Türkiye ziyaretinde niçin Ankara’daki toplantıya katılmamasını ve yaşanan olumsuzlukları ağır şekilde eleştirdi. Delikanlının da temsilciliğe atanmasına sıcak bakmıyordu. Çirikba’nın kurguladığı bu projenin nedenini sonradan öğrendik, bu konuda daha fazlada konuşmak istemiyorum
Ayüzba bu çirkin olayı içine sindiremedi, küskün bir şekilde sadece beni bilgilendirip vedalaşarak bir daha dönmemek üzere aramızdan ayrıldı. Üzüldüğüm bir hususta, net hatırlamıyorum, eli kalem tutan kesimden de tepkisel bir kınama yazısına rastlayamadım.
Yirmi yıllık görev süresince diasporanın bulunduğu en ücra yerlere defalarca giden, bilge kişiliğiyle halkımızı aydınlatıp, toplumsal bilinci yükselten, anavatanla sağlam köprüler kuran, devlet adamlılığıyla Türkiye Cumhuriyeti nezdinde saygınlık kazanan V. Ayüzba’nın bir süreliğine de olsa geri dönmesi, onuruna yaraşır şekilde kendisini uğurlayabilmemiz amacıyla Abhazya’ya gittik. Ne Devlet Başkanı A. Ankvab ne de biz kendisini ikna edemedik. Onbeş ciltlik güncelerini kitaplaştırması için çok ısrar ettim. Şimdi D. Gulya Enstitüsü başkanı Arda Aşba ile birlikte anılarını kitaplaştırma çalışması yanında, üniversitede hocalık yapıyor.
Temsilcilik makamına halkımızın saygı duyacağı, kişiliği olgun, tecrübeli bir devlet adamının gönderilmesi için ısrarcı olduk. Darbe nedeniyle KADK olarak Abhazya ziyaretimizde, Parlamento ve geçici devlet başkanı Valeri Bganba; yapılacak seçimin Türkiye ayağı için yeni bir temsilcinin gitmesi gerektiğini belirtti. Oluşturulmaya çalışılan ‘Komite, Türkiye’de seçime karşı’ gibi bir algı yaratılmasına fırsat bırakmamak için kişiliğini diplomatlığa uygun bulmadığımız ve idealizm açısından da yetersiz gördüğümüz Dışişleri Bakanının ısrarla istediğini bildiğimiz temsilcinin gönderilmesine seçimlerin selameti açısından müdahil olmadık. Görüşmemizden yarım saat sonra yeni temsilci atandı. Temsilci ancak iki yıl görevde kalabildi, kendisine sahip çıkılamadı, kendisi de arkasında durulacak işler yapmadı. Türkiye Cumhuriyeti’nce deport edildi. Netice olarak yirmiyıl boyunca saygınlığına toz kondurtmadığımız temsilcilik, temsilcinin sınır dışı edilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti nezdinde iyice itibarsızlaştırıldı.
Sizce, Hedeflenen Amaca Ulaşılmış Mıydı!
Dürdüncü hedef; Dünya Abhaz-Abazin Kongresi, diğer bir ifadeyle geleneksel “Halk Meclisi”ydi. V. Ardzınba tarafından 7-8 Ekim 1992 tarihinde Abhazya Lıxnı’da, dünyadaki tüm diaspora temsilcileri ve K.A.D. Komitemizin de onyedi kişilik bir heyetle katılımıyla gerçekleştirilen tarihi toplantıda hukuki alt yapısı ve tüzüğüyle kurulmuştu. Diasporasıyla birlikte en önemli ve güçlü sivil toplum örgütümüzdü.
V.Ardzınba; “Dünya siyasi arenasında ve kamuoyunda, politika gereği Devletimizin söyleyemediğini, kongre olarak sizler en güçlü şekilde dile getireceksiniz!” diyerek başat görevini belirledi. Bunu en iyi bilenlerden biri, tüzüğün hazırlanmasında görev alan Erol KILIÇ Kutaliya’dır. Kongre savaş sonrası gittikçe işlevselliğini kaybetti veya kaybettirildi. Bütün yük G. Sekreter Gennadi Alamia’nın üstünde kaldı.
Emperyal güçlerin ana hedeflerinden başında bu tür STK’ları, ya içlerine sızarak ya da başka bir yöntemle pasifize etmek, başarabilirlerse yok etmek gelir.
2012 yılında K.A.D. Komitesi ve Düzce Abhaz Kültür Derneğinin işbirliğiyle, her iki kurumuzla birlikte DAAK’sinin yirminci kuruluş yıldönümü kutlamak için Düzce’de etkinlik düzenlendi. Abhazya’dan iştirak edenlerle birlikte, Rusya Federasyonu Büyük Elçisinin bir heyetle katıldığı, içimizdeki muhaliflerin sabotik girişimlerine rağmen toplantı yoğun bir katılımla başarıyla gerçekleşti. Rus B. Elçisi’de bir konuşma yaptı. Kongre Başkanımız kürsüye geldi üç-dört dakikalık, Abhazca tek bir kelime katmadan Rusça konuşmasını yaptı. Katılımcılarla herhangi bir temas kurmadan bir yabancı gibi mihmandarı olan yaşlı büyüğümüzle alelacele ayrılıp İstanbul’a gitti. Şaşırmış, çok üzülmüştük. Halkımızın önemli bir önderi olarak gördüğümüz, sevip saygı duyduğumuz bu değerli büyüğümüzün bu davranış ve tutumuna hem şaşırmış çok da üzülmüştük. “insan denen meçhul!”ü anlamak çok zor!
Katılımcıların hatırlaması lazım, V.Ardzınba ikinci kongrede, Moskova’nın uzaklığı nedeniyle Abhazya’da ikamet eden bir başkan seçilmesinin uygun olacağı sinyalini vermişti. Başkanımızı sevmiştik, tekrar seçtik. V.Ardzınba ileri görüşlüydü. Sonuç olarak Kongrenin geleceği hakkında ilk olumsuz sinyalleri almıştık. Kongre başkanı; Türkiye ayağında ki diğer iki temsilciyi dışlayıp tek kişiyle birlikte son iki kongrede de taraf oldu. Halkımızın birlik beraberlik dayanışmasını temsil eden Halk Meclisimiz başkanının görevi ayrıştırmadan herkesi kucaklamaktır. Kongre Başkanı 2013 yılında bir televizyon kanalında yaptığı söyleşide; Abhazya Devletini, gelecekte başka bir statüde ve yerde konumlandıran yorumu, Abhazya ve diasporada büyük tepki aldı. Yaşatılan ve hedeflenen gerçeği görmemek için kör olmak lazımdı. Toplumsal hafızamıza not düşüldü.
2012 yılında Abhazya Sohum’da yapılan DAAK kongresinde yine başkan ve diasporamızdan bahse konu kesim tarafından meclis ruhu ve geleneksel değerlerimiz dışlanmış seçim dahi yapılamadan bize yakışmayan bir skandalla kongre sonuçlanmıştır.
Hatırlamak dahi istemediğim Başkan A.Ankvab’ın yaptığı, bırakın Apsualığı, evrensel adap ve terbiyenin yerle yeksan edildiği toplantıdan ironik, derslik mahiyetindeki bazı bölümlerini çok özetle geçeceğim. Her iki tarafın (!) yanı sıra toplantıya Kongre Genel Sekreteri Gennadi Alamia ve B.Elçi Vladimir Ayüzba’yı da çağırmıştı. Mesafe koyduğu Kongre başkanını davet etmeyen Ankvab; “Böyle olmamalıydı! Kongrenin; halkımıza ve ruhuna yakışacak şekilde sonuçlanmalıydı. Gördüğüm kadar bir kesimin muhalefeti buna engel oldu. Türkiye’den katılan STK başkanı söz alarak; “Sizde bilirsiniz demokrasi denen bir şey var! Herkes fikir ve eylemini özgürce ortaya koyar. Bu çerçevede V.Ayüzba’yı eleştireceğim! Kendisi geldiğinden beri diasporanın hiçbir yerine gitmedi, diasporayla gerekli ilişkiyi kuramadı. Görevini layıkıyla yapamadı! Değiştirilmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz!” dedi. Bu arada Kuazba İlhan ayağa kalkarak söz istedi. Başkan; ”İlhan, sen dur! Gereken cevabı V. Ayüzba verir!” dedikten sonra sözcüye dönerek “Devletimizi temsil eden ve bana bağlı olan saygın B.Elçimizi de değerli hizmetlerini gayet iyi biliyoruz! Pek ala, demokrasiya anlayışınıza kendisi yok iken makamının kapısını kırarak işgal edip yerleşmekte dahil mi! Eğer binayı biz aldık,
istediğimizi yaparız diyorsanız (ki binayı alanlar da KADK organizasyonuyla halkımızın her kesiminden bağışçılar olduğu halde) hemen verdiğiniz paralarla birlikte banka hesap numaralarınızı verin, yarın iade edeceğim!” der. Başlar eğik tık yok. Devamla; “Devlet olarak olan biteni dikkatle izliyoruz! Ortalığı karıştırmaktan başka olumlu bir katkınız olmadığı gibi sık sık buraya gelip sadece yiyip içip adeta turistik seyahate gelmiş gibi davranıp gidiyorsunuz. Der. V. Ayüzba gerçekliklerini bütün çıplaklığıyla yüzlerine vurur. Ben bir kenarda oturup müdahil olmadan düşürüldüğümüz durumu izlemekle yetiniyordum. Muhalif yaşça büyüğümüz muhalif ayağa kalkarak G. Alamia’yı suçlayıcı bir konuşma yapar. Alamia söylediklerini tek tek çürütüp, yaptıklarını, doğru olmayan ithamlarını yüzüne vurarak gerekli cevabı verir. Büyüğümüz başı önünde cevap veremez. STK Başkanı; “dönüşte istifa edeceğim!” deyince, Ankvab, “Şunu çok iyi bil! Benimki de dahil hiçbir makam doldurulamaz değildir! Diye yanıtlar. Tanrı kimseyi böyle bir duruma düşürmesin! Toplantı neticesinde bir türlü aşamadıkları karşı güçlerin arasında; A.Ankvab’da yer almıştır! Dönüşte bu konuşma tamamen çarpıtıldı ve Devlet Başkanı diasporayı aşağıladı, bizleri istemiyor şeklinde anti propagandaya başlanıldı.
Toplantı enine boyuna Başta Abdülkadir Azınba olmak üzere başka kişilerce tarafından da açıklandığı için konuyu burada kapatıyorum.
Raul Hacımba seçildikten sonraki son kongrede, başta Türkiye’den gelen seçilmiş delegelerin iradeleri yok sayılıp bir oldubittiyle yeni başkan, yardımcıları ve sekreteri tepeden belirlendi. Türkiye’den deport edilen genç kardeşimizin sekreter seçilmesi garipliğin başka bir boyutuydu.
Yeni başkan ve yönetici zevatın ilk icraatı kongrenin ismini, İslam dünyasının bizi adlandırdığı şekliyle, ‘Dünya Abaza Kongresi!’ olarak değiştirmek, tüzüğünü de; ‘her türlü politika-siyasi partiler ve STK’lardan uzak kültürel bir platformdur!’ şeklinde değiştirmek suretiyle DAAK’ın içini boşaltmak oldu. Böylece V.Ardzınba’nın, “dünyada politik sesimiz ve gücümüz olacaksınız!” diye kanunla kurup bize miras bıraktığı ‘Dünya Abhaz-Abazin Kongresi”nin tabutuna son çiviyi de çakıp toprağa gömdüler.
Şu soruya cevap verebilecekler mi? Dünya siyasi-fiziki atlas ve platformunda devletimizi ve halkını nasıl adlandırıyorlar. Abaza Cumhuriyeti Devleti ve halkı olarak mı? Değiştirdikleri ismin bir günde konulduğunu mu? sanıyorlar? V.Ardzınba ile birlikte kaç ismin artıları eksileriyle tartışıldığını, sonun da Kongre’nin amacına uygun isim olarak tespit edilen ismin bu olduğunu biliyorlarsa ismin değiştirilmesindeki amaç ne olabilir? Bilmiyorlarsa kimseye sorma gereği duymamalarında ki sebep nedir? Tüzüğün alelacele değiştirilmesi ve bu tarihi kurumun statüsünün zaten var olan birçok kültür kurumu ile aynı seviyeye indirgenerek bir kültür kurumuna dönüştürülmesi iyi niyetli bir yaklaşımdır diyebilir miyiz? Olayları bilenler ve yazıyı buraya kadar okuyanlar için cevaplar malumdur.
Yeni adıyla kongre artık halkımız için yok hükmündedir. Kendileri de yok ettikleri yanılgısı içindeler.
Göremedikleri, binlerce yıldan günümüze kadar bir kale gibi var olan ve de hep var olacak olan Lıxnı Aştası’ındaki tarihi “Halk Meclisi”miz; durmaksızın kendi iç temizliğini yapıp yeni nesillerle daha da güçlenerek yoluna devem etmektedir.
Son kongreyle ilgili bilgi ve eleştirileri değerli kardeşlerimiz Akudba İbrahim Tavan ve Kuazba İlhan KIYMET yaptıklarından ve sözün bittiği yerde olarak noktayı koyuyorum.
Duyarlı Halkımız, Sevgili Gençler!
Acıda olsa her daim kendi gerçekliğimizle yüzleşmemiz,
açık yüreklilikle dile getirmemiz gerekmektedir. Söz konusu Devletimiz ve halkımızın bekasıysa, kişi –kabile –kurum v.s gerisi teferruattır. Tekrar ediyorum, kimseyle kişisel bir meselemiz yok amaç kötülerle değil kötülükle mücadele etmektir, devlet ve halkımızı ilgilendiren olguları değerlendirirken mihenk taşımızda; negatif-pozitif etkileridir. Bu nedenle dile getirdiklerimizden, kendisinden şüphesi olmayan alınmasın.
Başta federasyonumuz olmak üzere, her türlü siyasi, ideolojik, dinsel görüş ve yapılardan uzak, işlevsel-güçlü dernek ve diğer STK’lar la örgütlü bir toplum olmamız çok önemli. Bu kurumlarımız; çocuk ve gençlerimizin tanışıp kaynaşmasını, kültürel değerlerimizi özümseyip yetişmeleri-bilinçlenmesini sağlayan çok önemli eğitim yuvalarımızdır, hep birlikte sahiplenmemiz, özveri isteyen yönetimlerine de liyakatli, üretken, toparlayıcı, birleştirici kişileri getirmemiz gerekmektedir.
V.Ardzınba Sonrası Abhazya’da; Hukuki, Siyasi, Ekonomik, Sosyal Alanlardaki Değişim Ve Gelişmeler.
Hukuki, demokratik tüm kurum ve kuruluşlarıyla devletleşme, uzun-zorlu bir süreçtir. T.C. Devletimiz yüzyıla yakın bir süre geçmesine rağmen hala bunun sancılarını yaşamaktadır. Bu devletleşmenin; hele bizim gibi sürgün felaketi yaşayıp demografik yapısı altüst olmuş, çeyrek asır öncesi, genç-nitelikli nüfusun önemli bir kesimini kaybettiği kanlı kurtuluş savaşı verip alt yapısı tahrip olmuş yeni kurulan bir cumhuriyette, çok daha zorlu, sıkıntılı olacağı bir gerçektir. Devletleşebilecekler mi? devletleşemeyecekler mi? diye dünyanın gözü bizim üzerimizde! Onun ötesinde emperyalist güçlerin hedefindeyiz.
Bu güçler, daha öncede değindiğim gibi, güvenlik-istihbarat kurumlarıyla içiçe devlet destekli vakıf ve STK’lar aracılığınla gizli ve aleni hedef devlet-halklar üzerindeki karanlık emellerin gerçekleştirmek için başta fundamentalist dinci-ayrılıkçı aşırı uçlar, devşirdikleri işbirlikçileriyle birlikte başta terörizm olmak üzere bölücü yıkıcı karanlık eylemlerini fütursuzca sergilemektedirler. Örneklersek, ilgi alanı Türkiye, Kafkaslar, Ortadoğu olan ABD’nin ünlü Jamestown Vakfı, ABD George Soros, İngiltere’nin International Alert Düşünce Kuruluşu, Almanya’nın Konrad Adenauer ve Heinrich Böll Vakıfları gibi kuruluşların Kuzey ve trans Kafkasya, Abhazya Devleti, diasporasıyla üzerindeki faaliyetleriyle ilgili bizzat yaşadığımız-bildiğimiz sayısız örnek verebiliriz.
2003 yılında, daha öncesinden dikkatlice izlediğimiz genç bir hanım, Komitemize müracaatla ısrarla Abhazya’ya yerleşmek için yardımımızı istedi. Yardımcı olduk, buradaki oldukça iyi olan kariyerini bırakıp Abhazya’ya yerleşti. Abhazya yönetimine bu şahıs hakkında ki çekincelerimizi bildirdik. Bu hanımın, İ. Alert düşünce kuruluşu için çalışmalar yaptığı tespit edildi. Komitemiz bir süreden beri çocuklarımızı yazın Abhazya’ya kampa gönderiyordu. Oradaki kardeşleriyle kaynaşıp yaz tatillerini dil öğrenip anavatanlarını gezerek tanıyorlardı. O yaz çocuklarımızı Kuazba İlhan götürmüştü. Genç hanım kampta çocuklarla da ilgilendi. Daha sonra bu hanımın kariyerini bırakıp Abhazya’ya gitme nedeninin vatanseverlik olmadığı anlaşıldı.
Daha çarpıcı bir anekdotu nakledeyim. Savaş sonrasında, 1977 yılında kısa dönem eğitim için ABD’ye giden kardeşim Simber’i N. Jersey’de misafir eden, gıyaben tanıdığım Suriye’den göç etmiş oğluyla gelen bir büyüğümüzü köyde ağırladık. Oğlu Abhazya’nın ABD temsilcisiydi. Aleksandr Çaçba’nın Paris’teki bir tablosunu satın alıp Abhazya’ya hediye etmiş, Ardzınba’nın da güven ve saygısını kazanmıştı. 2000 yılında tekrar Türkiye’ye gelip Komitemizde de kuruluşunda üç-dört ay başarılı çalışmalar yapmış bir arkadaşımızla birlikte; “Abhazya, federatif bir yapıyla Gürcistan içinde yer almalıdır!” teziyle
kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Komitemizle de görüştüler, şiddetle karşı çıktık, durumu Abhazya’ya da bildirdik. Arkadaşımız özü-sözü bir vatansever mert bir Apsua idi. Abhazya’nın geleceğiyle ilgili en doğru çözümün bu olduğuna inandırılmış, desteklediğini de açık yüreklilikle söylemişti. Fikrini saygıyla dinledik, tasvip etmediğimizi, karanlık geçmişini öğrendiğimiz bu kişiyle ilişkisini hemen kesmesini rica ettik. Türkiye de aradığını bulamayan bu zat arkadaşımızla birlikte diaspora ile temaslarda bulunmak üzere Avrupa’ya gitti. Biz önceden haber vermiştik, Ajiba Mesut bilir, orada da aradığı ortamı bulamadı, refüze edildi. Oğlu 2000 yılı başkanlık seçimlerine katılmak istedi, beş yıl sürekli oturmadığı için reddedildi. Başkanlık binasının kapısını tekmeleyip bağırıp çağırdı. Bu gücü nereden buluyordu?
2001 yılında bu yaşlı zat yanında Amerikalı bir mühendisle V.Ardzınba’nın yanına geldi. Abhazya’nın telekomünikasyon alt yapısı oluşturmak için finansmanını yabacı bir şirketin yapacağı projeyi sundu. V.Ardzınba İkna olup teklifi kabul etti. İki-üçay Abhazya’nın topoğrafik yapısını araştırdılar. Abhaz ve Rusya istihbaratı izliyordu. Sonunda bu kişinin ve yanındakinin de binbaşı rütbesinde CİA ajanı oldukları ortaya çıktı. Yakalanıp hapse atıldılar. Halkını çok seven V.Ardzınba; “Yaşına ve kimliğine hürmeten sınır dışı edin!” dedi. Diğer binbaşıda bir süre sonra Rusya, ABD ajanıyla takas etti. Oğlu 2008 yılında her gün Şaakaşvili’yi telefonla arayarak Gürcistan’ın öncelikle Abhazya’ya saldırması için ısrar ediyordu. Çünkü kendisi Abhazya devlet başkanı olacaktı (!)
Ardzınba Bir Süre Sonra Soros’uda Kovdu.
Emperyal güçler, devşirdikleri işbirlikçilerini işadamı yapıyor, kritik mevki makamlara getiriyor ve Şaakaşvili örneğinde olduğu gibi devlet başkanı yapıyorlardı. Bir-iki kişi diye hafife almamak lazım arkalarında devletin tüm gücü var.
Netice olarak, emperyal güçler küresel hegemonyalarını sürdürmek için, hedeflerindeki tüm devletleri; askeri, politik, ekonomik güçleri yanı sıra ‘demokrasi getirmek’ varsayımıyla tüm karanlık şer odakları ve enstrümanları kullanarak, başta hukuk olmak üzere tüm demokratik kurum-kuruluşlar, dinsel-manevi kültürel değerleri yozlaştırıp tahrip edip halkını bölüp bölüştürüp kutuplaştırırlar. Sonunda, mutlak itaat eden kendi yandaş yönetimlerini getirirler, gerektiğinde içten çökerterek yok ederler.
Binüç yüzyıllık devlet geleneğimiz, sorunlarını kendi içinde ortak akılla çözümleme bilgeliği ve sağduyusuna sahip halkımız en büyük şansımız. Halkımızın; başkan adayı Aslan Bjaniya’nın zehirlenmesiyle oluşan siyasi krizi, kısa zamanda seçimleri ileri bir tarihe erteleyerek şimdilik çözümlemesi içimizi bir nebze rahatlatmıştır. Tek güvencemiz sizsiniz Abhazya’nın adil, vatansever insanları. Halk Meclisimiz dimdik ayakta! Apsualık bilinç düzeyi bu kadar yüksek siz kardeşlerimize bakınca, diaspora olarak neler yitirdiğimizi daha iyi anlıyor ve içimizde ki kısır çekişmelere bakıp halimize üzülüyoruz.
Halkımız; sağduyusuyla bugüne kadar sorunlarımızı ortak akıl ve ferasetiyle aşmayı bildi. Fakat bu bundan sonra da böyle gidecek yanılgısına düşmemeliyiz. Sorunları görmemezlikten gelip poliyanacılık oynamak gibi bir lüksümüzde yok. Şu gerçeği iyi bilmeliyiz! Devlet ve halkımızın geleceğini sadece sağduyumuza endekslersek; son derecede oynak, değişken, kaygan bir zeminde ki günümüz dünyasında sonucu kesin hüsrandır.
Sorunlarımız büyük, kaybedecek zaman yok! Hemen şimdi, yöneticiler, tüm siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, aydınlarımız, toplum önderlerimiz her türlü kısır çekişmeyi bir kenara bırakıp halk meclisimizi devreye sokarak millet ittifakı sağlamalıyız. Derhal köklü yapısal reformları hayata geçirerek, hukukun üstünlüğünü tesis edip, yönetimde liyakati, adil paylaşımı,
yolsuzluklarla mücadeleyi önceleyen, çağdaş adil sosyal refah demokratik yapımızı oluşturup devletimizi sağlam temellere oturtmalıyız.
Eğer bunu başarırsak ki mutlak başarmamız lazım, milyonun çok üstünde bir nüfusu refah içinde yaşamasını sağlayabilecek potansiyele sahip Abhazya, kimseye minnet etmeden, el-avuç açmadan başta ekonomik sosyal tüm problemlerimizi üç dört yılda aşıp düzlüğe çıkacaktır.
Atalarımızın şu özlü sözlerini unutmayalım! “Sorununu kendin halletmezsen, başkaları halleder ama kendi istedikleri gibi!” “Seni giydiren, soyar!”
Bekamız için üstesinden gelmemiz gereken en büyük düşmanımız; çağımızın, devlet ve toplumları tahrip eden en amansız hastalığı olan, genelde illegal doyumsuz mal mülk, servet, mevki, makam edinme, politik güç hırsıdır. Bu illet maalesef Abhazya’ya da bulaşmış, devlet ve halkımızı içten içe kemirmekte, tüm kurum kuruluş ve ulusal değerlerimizi yozlaştırmakta, sosyal ekomik dengeleri altüst etmektedir.
Bugün çoğunluğunu savaş zamanında ortalıkta olmayanların oluşturduğu kişi ve çetelerden oluşan oligark özentisi azınlık bir kesim, yönetime de hakim olarak illegal olarak Abhazya’yı yağmalamakta, milli gelirin büyük kısmını çalmaktadır. Bu soy gücü kesim sebepsiz zenginleşirken, devletimizin ana omurgası olan halkımız sefaletle boğuşmakta, gelirler arasındaki uçurum gittikçe derinleşmektedir. Yakın günlerde Parlamentonun, ‘başta milletvekilleri olmak üzere kamu yöneticilerinin kendi ve yakınlarının mal varlıkları beyan etmeleri’ kanun teklifini reddetmesi son derece düşündürücü, çürüme-yozlaşmanın en tepeden başladığının çarpıcı bir örneğidir.
En tehlikelisi de gelinen son noktada halkımızda; ’Kim gelirse gelsin bu hukuksuzluk soygun düzeni değişmez!” “alıştırılmış çaresizlik” algı- psikolojisinin yaygınlaşmaya başlamasıdır. Ümidini kaybedenlerin geleceği de olmaz.
Yukarıdaki tespit-tahliller bağlamında, Ardzınba sonrası, bizi bu güne getiren sürecin değerlendirilmesi. Tek cümlecikle ifade edersek, ‘hukuk devleti’ oluşturulamadı.
V.Ardzınba sonrası bu dönemi, hukukun üstünlüğünü, devletimiz-halkımızın geleceği göz ardı eden legel-illegal siyasi, ekonomik güç edinme hırs ve savaşı olarak kısaca değerlendirebiliriz.
2004 Abhazya başkanlık seçimi çok sancılı oldu. Dış destekte almasına rağmen ve belki de bu nedenle Raul Hacımba seçimleri kaybetti, Sn. Sergey Bagapş devlet başkanı oldu. Nurlar içinde yatsın bizden biri tipik bir Apsua, halk adamıydı. Ancak devlet adamlığı başka bir şey, V.Ardzınba’nın gölgesine kaldı, yukarlarda değindiğim dış kaynakları, kısıtlı bir kesime dağıtılması yanında, gerekli yapısal reformları yapıp yönetimsel-ekonomik bir başarı gösteremedi. 2008 yılında Rusya Federasyonu’nun Abhazya’yı resmen tanıması onun dönemine rast geldi. ‘Ayağı uğurlu geldi!” diye halkımızın sempatisini kazandı. Sert muhalefet yapan, bir kesimin V.Ardzınba’nın veliahttı olarak gördüğü Raul Hacımba 2010 seçimlerini de kaybedip S. Bagapş tekrar başkan seçildi.
S.Bagapş ilk diaspora ziyaretini V.Ardzınba ile birlikte, İstanbul’da başbakanlar seviyesinde yapılan barış görüşmelerine katılmak üzere 1999 yılında yaptı. Komitemiz, Diasporamız kendisi ve heyetini sevgi ve ilgiyle karşılayıp kucakladı.
S.Bagapş diasporayla ilişkilerini B.Elçi Vladimir Ayüzba nezdinde Komiteyi de duyarlı bir şekilde önemseyerek yürütüyor, bize sık sık ziyaret etme isteğini yineliyordu. 1997 Mart ayında, ziyaretini gerçekleştirmek için gereğinin yapılmasını söyledi.
T.C. Dışişleri Bakanımızla yaptığımız, başkanımızı; diasporanın, Devlet onuru-saygınlığına yaraşır şekilde, sembol ve bayraklarla birlikte havaalanından itibaren karşılamasını da içeren zorlu bir görüşme trafiğinden sonra olumlu cevabı aldık. 21-24 Nisan 2007’de yapılacak ziyaretin, mutabakata vardığımız karşılama protokolü ve programı Dışişleri Bakanlığına yazıyla bildirdik. Bakanlık, Komiteye yazdığı yazıyla; belirlenen tarihte S.Bagapş’ın ziyaretini kabul ettiklerini bildirdi. Bu kabul yazısını eğer yok edilmediyse arşivimizde bulabilirsiniz.
20 Nisan 2007 tarihinde Sayın S.Bagabş’ın ziyaretine bir gün kala bu kez telefonla arayarak Dışişleri Bakanlığımız bu ziyaretin ileri bir tarihe ertelenmesini istedi. Yapılan protokol, karşılama biçimi bazı kesimleri rahatsız etmiş; Komiteye yeni pazarlıklar gündeme getirilmeye çalışılmıştı. Bu konuda Komitenin aşılamayacağı anlaşılınca yeni arayışlar ve girişimler peşine düşülmüştü. Hükümet küçük komşu Gürcistan’ın baskısına direnememişti. Başkan İ.Argun belki hayatının en zor telefon görüşmesini yaptı. Bagapş olgunlukla karşılayıp üzülmememizi söyledi. Aslında engelleyen asıl güç, BM üyesi Gürcistan değil, Kafkaslarda ikinci İsrail’i yaratmak isteyen ABD’di. Türkiye’nin müttefiki olduğu bloğun politikası hilafına bir adım atamayacağının bilincindeydik.
2011 Nisan başında V.Ayüzba canı sıkkın, S.Bagapş’ın iki işadamı tarafından 7 Nisanda Türkiye’ye getirileceğini söyledi. Kendisi yeni bilgilendirilmişti. Geliş şekline üzüldük. Ziyaret, bilgilendirme yapılmadan üstü kapalı yapılıyordu. Doğru olan Adige-Abhaz fark etmez, diasporanın davetiyle gelmesiydi. Duyarlı diasporamız geliş şekline tepkiliydi. Türkiye Cumhuriyeti karşılamada Abhazya bayrağı ve sembollerinin bulundurulmasını yasaklamıştı. O güne kadar gerek Komite gerekse gerekse diasporamız Devlet adamlarımızın ziyaretinde Abhazya Devleti’nin saygınlığına gölge düşürecek bir şeye izin vermemiş, gelen heyetleri bayrak ve sembolleriyle karşılayıp ağırlamıştı. V.Ardzınba’nın liderlik farkı buradaydı. Ziyaretini kesinlikle bu şekilde yapmayacağı gibi, bayrak ve sembollerin yasaklandığı duyarsa adımını bile atmazdı. ‘O’nun için halkıyla devletimizin saygınlığı her şeyin üstündeydi.
Komitemiz ve duyarlı halkımızın büyük kısmı durumu protesto ederek uzak durdu, V. Ayüzba’nın tüm ısrarlarına rağmen ne karşılamaya gittik nede kendisiyle de görüştük. Bayrak yasağını duyan diaspora karşılamaya da gitmedi. Türkiye’deki bayrak kanununa göre, yabancı bayrak ve semboller ancak resmi kurum ve yerlerde bulundurulmazdı, kamu alnında herhangi bir yasak söz konusu değildi; yani Bagapş’ın Türkiye’ye gelişini organize edenler kanunsuz bir yasağı, hiç itiraz etmeden kabul etmişlerdi. Bagapş Ankara’da üç gün kaldı, Adapazarı’nda ağırlandı. Fazla detaya girmek istemiyorum, ziyaretin tek anlamlı anısı; değerli, saygın büyüğümüz gerçek Thamadamız Akutba Yahya Amcaya ‘Alabaşa’yı vermesiydi.
Ziyaret sönük geçmişti. Dönüş gecesi Komite başkanımız İrfan Argun’u telefonla arayarak gayet üzgün; “ziyaretimin bu şekilde olmasını istemezdim!” diyerek vedalaştı. Sonradan yetkili bir ağızdan öğrendik. Ankara’dayken birkaç kişi gelmiş, bizden kimseyi almadan Dışişleriyle görüştüreceğiz diye tek başına alıp götürmüşler, başka bir yerde iki saat süren bir toplantı yapmışlar. Getirenlerin bildiğini de sanmadığım ilk defa burada açıkladığım bu hususu, Bagapş’ın anlamaması, düşürüldüğü duruma canının sıkılmaması tabii ki mümkün değildi. Üzgün ayrılmasının sebebi buydu.
Dönüşünden bir ay sonra sağlık sorunu bulunmayan S.Bagapş, arkasında soru işaretleri bırakarak aniden ebediyen aramızdan ayrıldı. Saygıyla anıyorum, ışıklar içine yatsın.
Başkan olmakta ısrarını devam ettiren R. Hacımba yapılan devlet başkanlığı seçimlerine tekrar katıldı, kaybetti. A. Ankvap devlet başkanı seçildi.
Raul Hacımba’nın devlet başkanı olma inadını sürdürmesi, nihayetinde 27 Mayıs 2014 tarihinde, halkın iradesini ve anayasayı yok sayarak yaptığı kanunsuz darbeyle iktidara gelmesi; haklı olarak insanın aklına; “Raul Hacımba bir proje miydi?” sorusunu getiriyor.
Günümüzün küçülen dünyasında, hukuki ayağı olmayan sonuçları yıkıcı olan darbelerin, yükselen karanlık güçlerin projesi olduğunu bilmeyen kalmadı. Yüklenici çekirdek kadro; yarattıkları algı operasyonuyla etkiledikleri kitleyi ‘sürü psikolojisiyle kullanarak darbeyi gerçekleştirirler. Darbeyle yönetimi ele geçiren esasında yönetilen, başkanla birlikte bu çekirdek kadro; hukuki temelden yoksun oldukları için illegal bir çeteden ibarettir. Diyeceksiniz ki seçimde yapıldı! Kontrolden çıkılan bu noktadan sonra yapılan seçimler sadece bir araçtır. Türkiye de 1980 de bir darbe yapılmış, darbeyi yapanlar da yüzde doksan oy alarak zafer(!) kazanmış, referandumla iktidarlarını pekiştirmişlerdir. Bugün, onları lanetlemeden hatırlayan kimse yoktur.
Seçim kararıyla birlikte, darbecilerin lehine kara propaganda için diasporaya gelen, vatanseverliklerinden şüphe etmediğim tanıdıkların içinde, kurtuluş savaşının sembol isimlerinden Ayüzıpha Feniye’nin de olduğunu öğrenince hepten şaşırdım. Kaldıkları otele gidip hemen dinlenmekte olan Feniye’nin odasına çıktım. Kucaklayarak sordum; “senin burada ne işin var!” Feniye canı sıkkın; “Raul Hacımba yolda aniden arabasıyla yolumu kesip ‘bir nebzecik hatırım varsa kesinlikle senin de gitmeni istiyorum’ diye dayattı.’’ yanıtını verdi. V.Ardzınba’nın yakın çalışma kadrosunda olmasından dolayı, Hacımba’ya karşı halkın belli bir kesiminde Liderimizden kaynaklanan bir sempati vardı. Uzak görüşlü Ardzınba en yakınındakinin gerçek yüzünü göremediyse, Feniye’yi yargılamaya nasıl hakkım olabilir ki.
Darbe girişimi başladığında hepimizin tanıdığı teşkilatçılığıyla kurtuluş savaşı önderlerinden olan ulusal şairimiz, hazırladığı kitabın baskısı nedeniyle İstanbul’daydı. Beni telefonla arayarak bir hata sonraki dönüş biletini öne alamadığını belirterek yardımcı olmamı istedi. Hemen ertesi gün biletini ayarladım. Giderken vedalaşmak için aradığında; “Sen sözü dinlenen halk önderlerimizdensin. Bu darbe girişimi felaketimizle sonuçlanabilir. Ne olursun, döner dönmez yatışması için müdahil ol!” dedim. “Beni kim dinler!” diyerek vedalaştı. Ertesi gün televizyonda yanındaki arkadaşıyla birlikte muhalefetin başını çektiğini gördüm. İki ay önce Kuazba İlhan Kıymet, bahse konu arkadaşımızın kendi sesiyle Hacımba’yı çok ağır eleştiren şiirin kaydını gönderdi. Dinleyince kendimi tutamadım kahkahayı bastım. Karşılık olarak, öncelikle kendisine gönderilmek üzere oturdum Abhazca uzun bir şiir yazdım. Türkçeye çevirdim yakında yayınlayacağım.
İlhan Kuazba kardeşim, V.Ardzınba’nın doğum günü münasebetiyle yazacağım yazıya, özellikle yeni kuşakların hiç bilmediği, birbiriyle çelişen söylenti şeklinde yazıların yayınlandığı, gerçeği bilmek adına, Türkiye’ye ilk gelişini de gerçeği bilmek adına yazıya eklememi rica etti. Yazıyı başlarda iki-üç sayfa olarak düşündüm. Ancak geleceğimiz olan genç nesillerimizi bilgilendirip aydınlatma görevini göz ardı edemedim. Bilgi aktarıldığı zaman, işlevselleşip anlam kazanır.
Darbe girişimi 27 Mayıs 2014’de başladı. İkin gün sonra başkanlık binasını bastılar. Diasporadan sadece Abhaz-Fed; “bu bir darbe girişimi değil, halkımız demokratik haklarını veriyorlar!” mealinde demeç verdi. Fikir özgürlüğü var, lafımız olmaz! Herkes, kendine yakışanı söyler, yapar. Başta Komite olmak üzere duyarlı diasporamızda yapılanı darbe olarak niteleyip Abhazya’nın bir iç savaşa sürüklenmemesi için taraflara itidal ve
sağduyusu çağrısı yaptı. Karanlık güçlerin tertiplediği apaçık bu darbe girişiminin, Abhazya’yı nereye sürükleyeceği meçhul, endişe büyüktü.
02 Haziran 2014 Pazar günü çaresizce A. Ankvab’ı telefonla arayıp; “duyarlı diasporanın bu darbe girişiminden, devletimiz ve halkımızın geleceği açısından büyük endişe duymaktadır. Meşru, seçilmiş devlet başkanımız olarak sizi tanıyor ve destekliyoruz. Abhazya’nın selameti için en doğru kararları alıp gerekli adımları atacağınız hususunda, devlet adamlığınıza, bilgelik ve ferasetine inancımız tamdır!” dedim. Ankvap kısa ve net konuşan açık bir kişiydi. “Sizi gayet iyi anlıyorum, duyarlılığınız ve desteğiniz için teşekkür ederim! Endişelenmeyin!” diyerek telefonu kapattı. Şüphesiz, benim veya bir başkasının söylemleriyle hareket edecek biri değildi. Dirayetli, ne yapacağı bilen bir devlet adamıydı. Rahatlamıştım.
03 Haziran 2014 Pazartesi günü yukarılarda değindiğim gibi elinin tersiyle koltuğunu itip istifa etti. Kargaşayı bastırıp devlet ve halkını uçurumun kenarından kurtardı.
Abhazya’da belirsizlik, kutuplaşma, gerginlik devam ediyor, diaspora sessizdi. Dört başkan adayı vardı. Başta başkan adayları olmak üzere parti ve STK’larla görüşerek bir uzlaşı ortamı yaratıp tansiyonu düşürmek amacıyla Komitemiz Ben, Kuarshalia Bediz TANTEKİN, Kutalia Erol KILIÇ, Kuazba İlhan KIYMET’ten oluşan dört kişilik bir heyetle 04 Temmuz 2014 Abhazya’ya gittik. İlgiyle karşılandık. Öncelikle halk önderleri, STK’larla görüşüp sorunları ilk ağızdan tüm boyutlarıyla detaylı bir şekilde öğrendik. Hepsi iyi eğitimli, aydın, ulusal bilinç düzeyleri yüksekti. Sorunları çözümleriyle birlikte dile getirdiler. Abhazya’nın üstesinden gelmesi gereken ağır hukuki, ekonomik, yolsuzluk, siyasi, sosyal, dil-kültürel, yönetimsel ve demografik problemleri vardı. Öncelikle taraflar arasında ilkeleriyle bir uzlaşı sağlayıp seçim sonuçlarını saygıyla karşılanması hususunda ortak bir mutabakata varılması gerekiyordu. Buna öncelik verdik. Seçimlerin kazasız-belasız atlatılması gerekiyordu.
Abhazya’ya ayak bastığımızda acı bir haberle sarsıldık. En önemli saygın halk önderlerinin başında gelen, diasporayla içten, sağlam köprüler kuran, Apsua özgün kişiliğiyle yeri doldurulamayacak düşün ve bilim insanı Doç. Dr. Yura Argun Vefat etmişti. Evine taziye ziyaretinde bulunduk. Beş Mayıs Salı günü yapılan Devlet cenaze töreninde bulunduk. Diaspora adına konuşma yapmam istenmesi üzere, ruhunu şad ettim.
Başkan adaylarıyla yaptığımız görüşmelerin görsel ve yazılı medya açık şekilde yapılması, halkın, söylem ve verdikleri sözleri ilk ağızdan duymaları açısından etkili olmuştu. Önce Hacımba ve ekibini dinledik, kendisinden seçim sonuçlarını saygıyla karşılayacağı sözünü verdi. Ayni sözü, Aslan Bjaniya, Kişmarya’nın (kendisi Moskova’daydı) temsilcileri, diğer aday Zapşipa’da verdi. Kamuoyunun gözü önünde ortak mutabakat sağlandı. 25 Ağustosta yapılacak seçimlerin selameti açısından bu çok önemliydi. Bunun dışındaki söylemleri tabii politik mesajlardı. Bu mutabakat halkta hissedilir bir rahatlama sağladı, tansiyon kısmen düştü. Bu görüşmelerde beni etkileyen ve aklımda kalan Aslan Bjaniya’nın sözleriydi. Özgüveni yüksek, sakin tavrıyla; “Öncelikle hukukun üstünlüğü sağlayıp, devleti bu sağlam temele oturtup otoritesini güçlendireceğim. Bu yolsuzlukları önlenip, devletin mali yapısın güçlendirilmesi, milli gelirin adil paylaşımının önünü açacaktır. Kalkınma programıyla çok rahat ekonomimiz üç-dört yılda düzlüğe çıkar.” demişti.
STK ve siyasi partilerin katıldığı platforma davet edildik. Erol Kutalia içerikli bir konuşma yaparak dilek ve mesajlarımızı verdi.
Abhazya Yüksek Seçim Kurulu başkanı şu an milletvekili olan Batal Tabagua’yı, hem geçmiş olsun hem de seçimi konuşmak için ziyaret ettik.
Yakın bir zaman öncesi, ‘demokratik hakkını!’ kullanan birileri tarafından, arabasına bomba konularak suikasta uğratılmıştı. Ağır bir baskı altındaydı. Yürekli, vatansever tam bir devlet adamıydı. “Kimseden korkum yok, tehditlere de boyun eğmem! Seçim heyeti göndereceğim, ona görede gerekli değerlendirmeyi yapacağım! Seçim sürecini muhakkak sorunsuz geçirmeliyiz” dedi. Abhazya böyle vatanseverle ayaktaydı.
Abhazya’nın en müstesna değer ve yöneticilerinden, Devlet Geri Dönüş Komitesi başkanı Hrips Capua, onca iş ve sıkıntı arasında dönüş gecesi devlet protokolünün katıldığı kırk kişilik bir yemek vererek bizi onurlandırdı. Savaş zamanında dahi bu misafirperverliklerini eksik etmemişlerdi. Yemeğe Parlamento ve geçici Devlet Başkanı Valeri Bganba, üniversite rektörü Aleko Guramiya, parlamenterler, dostlarımız katılmıştı. Bilmeyenler için söylüyorum, A. Guramıya dünya çapında matematik bilim adamı olup Britanya Kraliyet matematik bilimleri kurulunun ve Avrupa rektörler kulübü üyesidir.
Seçimin Türkiye ayağına gelelim. Hacımba’yı destekleyen STK’mız; T.C resmi makamlarını seçim günü anket yapacağız, Abhazya ve diasporamızı gerekli izni aldık diye bilgilendirdi. Seçim günü Temsilcilikte, Abhazya’da gelen kurulun nezaretinde sandık kuruldu. Bin kişiye yakın Abhazya pasaportuna sahip seçmenler toplandı. Henüz yukarıya çıkmamış, binanın önünde bekliyordum ki saat onbirde emniyetten gelenler, resmi izin alınmadığı için seçim yapılamayacağı gerekçesiyle sandığa el koydular. Aramızda gerginliği tırmandıran provokatör susturuldu. Gençlerimiz gurur verici kararlı bir tutum sergiliyordu. Sanırım resmi izin alındığını zanneden TBMM parlamenterimiz haklı olarak sandığa sarılarak vermek istemedi. Ancak seçim kurulunca verilen oylar çıkarılarak sandık, emniyet mensuplarına teslim edildi. O ana kadar yüz civarında oy veren olmuştu.
Devlet adamlığı ve Apsualığı ile tebarüz etmiş, emniyet müdürlüğünden yeni emekli olan Emniyet Müdürü Açüyba Cemil Zafer duruma el koyarak çıkabilecek müessif olay ve olumsuzlukları önledi. Sandıkları vermek istemeyen TBMM vekilimiz de artık yapılacak bir şey olmadığını söyleyerek dağılmamızı istedi. Gençlerimiz ise kanunen polisin ikinci kez gelmeyeceğini belirterek kararlı tutumlarını sürdürdüler ve dağılmayı reddettiler. Sonuç olarak toplumumuz ve Abhazya için onur kırıcı bir uygulama oldu.
Netice olarak ben dört hedeften bahsetmiştim, beşincisi hiç aklıma gelmemişti.
Başta V. Ardzınba olmak üzere Abhazya ve diasporanın en önemli önceliklerinden biri, Abhazya Cumhuriyeti ve halkının geleceğiyle ilgili muhtemel bir referandumda ve mutat başkanlık seçimlerinde; demografik yapıdan kaynaklanabilecek sorunun, diasporanın oylarıyla aşılmasıydı. Diaspora, mutlaka seçimlerde oy kullanarak Abhazya’nın kaderinde söz sahibi olması, bunun alt yapısında tüm K. Kafkas kardeşlerimizle birlikte ortak akıl, sabırla, dantel gibi örülen politik çalışmalarla sağlanmalıydı. Burada önemli olan bir diğer husus Türkiye’ye gelerek Türkiye Cumhuriyetinin gözü önünde Şaaşkavili’nin pasaport dağıtması ancak Gürcistan’ın hassasiyetleri nedeniyle Abhaz diasporasının seçimlerde oy kullanmasının engellenmesidir. Seçimlerin rahatlıkla yapılabileceğinin en çarpıcı örneği artık bazı devletlerde vatandaşların nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kimlik kodlarıyla internetten oy kullanabilmesidir. Bu seçeneği Abhazya’da da gündeme getirdik, onlar da ayni konuya kafa yoruyorlardı.
Bugün Abhazya Parlamentosu ve kamuoyunda, yapılacak seçimlerde bırakın diasporayı, Abhazya’da bile yeni pasaport alan beş yüz kişinin oy kullanıp kullanmamasını tartışıyor. Enine boyuna irdeleyip sonuçlarını düşünmeden, sormadan, danışmadan sorumsuz bir şekilde Abhazya Devleti ve
halkının geleceğiyle kimsenin oynamaya hakkı yok. Duyarlı halkımız ve devletimizin bu hususta gerekli hassasiyeti gösterip diasporanın, Abhazya için hayati önem taşıyan seçime katılma hakkının engellenmesine izin vermemesi gerekir.
Tekraren hatırlatıyorum! “Kötülüğe karşı susmak, kurşundan daha öldürücüdür!”
Bilindiği gibi strajesitler, başta terör olmak üzere devlet ve toplumları negatif etkileyen olguların arka planını aydınlatmak için; “en çok kimin yararınadır?” sorusunu krıter olarak alırlar. Bütün bu olanlar kime yaradı?
Raul Hacımba dönemi!
Geçmişten günümüze kadar, darbe veya bir projeyle iktidarı ele geçirilenlerce yönetilip; hukukun üstünlüğün korunduğu, demokratik hak ve özgürlüklerin muhafaza edilip geliştirildiği, adil paylaşımın sağlanıp ekonomik-sosyal refahın arttığı tek bir ülke gösteremeyiz. Darbeler; Demokratik kurum ve kuruluşlar, Hukuk, adalet, kişisel hak ve özgürlükler, eğitim, sosyal refah ve ekonomi bağlamında tam bir yıkım getirir. Devlet en az yirmi-yirmibeşyıl geriye gider. Otoriter baskı, Hukuksuzluk, yolsuzluk had safhaya çıkar, devlet güç kaybedip halk sefalete sürüklenirken, darbeyle yönetime gelenler, getirenler, yandaşlar; bu soygun düzeninde milli servet ve gelirin büyük kısmı ceplerine akıtarak palazlanırlar. Bu durum kendilerini iktidara getiren karanlık güçlerin lehine olup, ajandalarını daha rahat uygulatırlar. Çekilmek isteseler de izin vermezler, ta ki amaçlarına ulaşıncaya kadar.
Yolsuzlukla mücadele savıyla iktidarı ele geçiren Hacımba döneminde Abhazya Devleti ve halkının durumu yukarıda çizdiğimiz tabloyla birebir örtüşmektedir. Beş yıl öncesine göre hukuk, ekonomik, sosyal kültürel bozulma hızlanmış, yolsuzluk, kanunsuzluk narkotik had safhaya çıkmıştır. Haksız, sebepsiz zenginleşen kesimle halk arasında ki gelir makası iyice açılmıştır. Abhaz dili ikinci plana düşmüş resmi kurum ve kuruluşlarda Rusça konuşulmaktadır. Abhazya’ya gidenler, iletişim halinde olanalar, izleyenler bu durumu bütün çıplaklığıyla gözlemlemektedir. Halkın baş gündemini; kötü yönetim, kanunsuzluk, yolsuzluk, ekonomik sıkıntı-sefalet, işsizlik, yeni nesilde dil bilenlerin gittikçe azalması, kültürel erozyon teşkil etmektedir. En önemlisi de Abhazya’nın omurgasını teşkil eden köylerimiz boşalmaya başlamıştır.
Hacımba iktidara gelişinden bir ay sonra alelacele Parlamentoya sunulan kanun teklifi son derecede düşündürücü olup gerçek amaç ve yüzlerini görmemiz açısından turnusol kâğıdıdır. Başkanında desteğiyle bir grup; Abhazya’da arazi-mülk satışına izin verilmesi hususunda kanun teklifi verdiler. Kanun teklifini veren, destekleyen ve verdiren karanlık güçler; gayri meşru edindikleri servetin önemli bir bölümüyle inşaatlar, lüks villalar yapmışlardı. Yabancılara mülk satışı kanunen yasak olduğu için ellerinde kalmıştı. Abhazya ise umurlarında bile değildi.
Çilekeş, vatansever Abhazya halkı ayağa kalktı. Diasporada tepki yoktu, muhtemelen ya olayı duymamışlar – öyle olduğunu ummak istiyorum- veya doğuracağı vahim sonuçlarını görememişlerdi.
Komitemiz ve duyarlı kardeşlerimiz, Abhazya’da başta Parlamento Başkanı olmak üzere tanıdık parlamenterler, siyasi parti, STK temsilcileri, toplum önderleri, yöneticilerle, yoğun bir telefon görüşmesi yaptık. Abhazya’nın felaketi olacak bu kanun teklifi mutlaka engellenmeliydi. Parlamento Başkanı Valeri Bganba; “endişe etmeyin! Teklifin kanunlaşmasını önleyeceğiz!” dedi. Komitemiz; kaleme aldığı ve geri dönüşlerden anladığımız kadarıyla etkileyici çağrı yazısını yayınlayıp diasporayı bilgilendirdi.
Raul Hacımba, Parlamento başkanı olmak üzere, yukarıda değindiğim kişi kurum ve kuruluşlara, basına gönderdik. Kısa zamanda her tarafa yayıldı, etkisi büyük oldu. Abhazya’da büyük tepkiyle karşılanan kanun teklifi parlamentoda az bir farkla reddedildi. Üzüldüğümüz nokta çekimser kalanlar arasında tanıdık ve dost bildiklerimizin, güvendiğimiz kişilerin olmasıydı. Çekimserlik teklife destekle eşdeğerdi.
Yazımızda dile getirilen en dramatik, çarpıcı örnek Filistin devletinin yaşadığı, felaketine sebep olan parlamento kararıydı. Birinci dünya savaşın sonunda, bugünkü İsrail Devleti’nin de kurgulandığı anavatan topraklarında kurulan bağımsız Filistin Devleti’nde arazi-mülk satışı yasaktı. Karanlık güçler, işbirlikçileriyle birlikte devreye girdi ve Parlamentodan geçirdikleri kanun teklifiyle bu yasağı kaldırdılar. Yahudiler kısa zamanda arazilerin büyük kısmını satın alıp devletlerini kurdular. Filistinliler bugün Batı Şeria ve ufacık Gazze şeridine sıkıştılar.
Kanun teklifi kabul edilseydi, Abhazya’nın sonunda kısa sürede Filistin gibi olacağından hiç şüpheniz olmasın. Şer güçlerin Abhazya üzerinde ki karanlık oyunlarının devam ettiğinden, bu bağlamda ilk fırsatta ayni kanun teklifini yineleyeceklerdir. Tehlike geçmiş değil!
Televizyonda izledim. Kutol köyünden yaşlı bir köylü gayet üzgün; “ekonomik sıkıntı içindeyiz, gençlerimiz işsiz, ürettiğimizi satamıyoruz, köylerimiz boşalıyor! Yönetmekten acizsen koltuğu bırakmasını bileceksin! Şunu unutmasın! Kötülükle gelenin gidişi de aynen olur!” diyordu.
Gerçekliğimiz bu! Mızrak çuvala sığmıyor! Dış dünya bunu gayet iyi biliyor, bizi dikkatle izliyor.
Çözüm gayet basit; hukukun üstünlüğünün sağlanarak yolsuzluğun önüne geçilmesi. Karanlık güçler aşılıp bu sağlanırsa, Abhazya kısa sürede düzlüğe çıkacaktır.
Yaratılan bu karanlık tablonun yanında geleceğe ümitle bakmamızı sağlayan Abhazya’nın aydınlık yüzü de var. Eğitimli sağlam kültürel alt yapısı, tüm zorlukların aşılmasını sağlayan halkın yüksek bilinç düzeyi, yazar-şairleri, özellikle de eğitim-sanatsal-sportif başarılarıyla bizi gururlandıran yeni altın nesil, dinamik kadrolar.
Hacımba’yı destekleyip darbeyle başa geçirenler; gerçek yüzünü ve yolsuzluğa yol verdiğini görünce, kısa süreçte yanından uzaklaşıp baş muhalif olmuşlar, yanında sadece çekirdek kadrosu, yağmacılar kalmıştır. Darbe zamanında yolsuzluk söylemleriyle ortalığı ayağa kaldıran bir kesimde suskunluklarını sürdürmektedir.
Bu dönemde kayda değer bizi çok sevindiren gelişme Suriye’nin Abhazya’yı resmen tanıması ve iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmasıdır. Suriye diasporamızın yoğun ve etkin çabasıyla sağlanan bu gelişme için Suriye diasporasının önderlerini saygıyla selamlıyoruz.
Her Abhaz ve devlet başkanlarımız için diasporayı ziyaret edip kardeşleriyle kucaklaşma hayali-isteği güçlüdür. Raul Hacımba’da gayet doğal olarak gelmek istedi. Bu tür ziyaretlerin, önce ki yaşanan olumsuzluklar göz ardı edilmeden alt yapısı dikkat ve sessizce hazırlanıp gerçekleştirilmesi gerekir. Yapılacak şey, ziyaret her iki ayağında da dillendirilmeden, sadece diaspora bilgilendirilerek, Devlet Başkanımızın heyetiyle birlikte pasaportlarını ceplerine koyup gelmeleriydi. Diasporada bayraklarıyla Devlet Başkanımızı karşılayıp en iyi şekilde ağırlardı. Aksi oldu, doğal olarak Gürcistan devreye girdi, ziyaret gerçekleşmedi. En olumsuz yanıysa, en zor ve dezavantajlı dönemlerde dahi olmayan, gerek Abhazya’nın gerek diasporanın dik, kararlı tutumuyla cesaret edemedikleri bir talimatı yayınlamaları oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişlerimizin müdahil olmasıyla İçişleri Bakanlığı tüm sınır kapılarına geçtiği talimatla Hacımba’nın Türkiye’ye girişinin yasaklanmasıydı. Bir ilke daha imza attırılmış, hak etmediğimiz şekilde devletimizin saygınlığına gölge düşürülmüştür.
Bu dönemde diasporayla ilgili olumsuz bir gelişmede, kardeş Adige halkımızın savaş zamanından itibaren Abhazya’ya en büyük desteği veren, başlangıçta ‘Kaf-Kur’ sonrasında ‘Kaffed’ adını alan STK’nın, Abhaz yönetimince, Devlet Geri Dönüş Komitesin kuruluş etkinliğine temsilci vasıtasıyla direk çağrılmamasıydı. Devlet ve toplum olarak kardeşlerimizi küstürme lüksümüz yok, daha dikkatli özenli olmalıyız. Haklı olarak Kaf-fed’de tepki göstererek dolaylı yapılan davete icabet etmemiştir. Hatasını anlayan Abhazya yönetimi, kendisiyle direkt temasa geçen Kaffed’in sanat topluluğuyla Abhazya’da yapmak istediği etkinliği memnuniyetle kabul edip davet etmiştir.
Abhazya ‘Abhazya Geri Dönüş Devlet Komitesi’nin yukarıda değindiğim kuruluş etkinliği vesilesiyle diasporada da devlet madalyalarının dağıtılacağı ve benim ismim de geçtiğini öğrendim. Adeta geri döndürmeme kurumu haline getirilen kurum nazarımda saygınlığını yitirmişti. Sinirlerim altüst olmuştu. Haberi veren yetkiliye kesinlikle adımın silinmesini, kabul etmeyeceğimi söyledim. Şeref Madalyaları, devletimizin onur ve saygınlığını temsil eder. Sadece Kurtuluş savaşı şehit, gazi, önderleri başta olmak üzere devlet ve halkımızın yüz akı olan bilim, sanat, spor, edebiyat v.s alanlarında başarılarıyla temayüz edenlere verilir. T.C.’miz bile yılda birkaç madalya verir. V.Ardzınba, S.Bagapş ve A.Ankvap dönemlerinde de devletimiz bu konuda hassasiyet göstermiştir. R.Hacımba döneminde bu hassasiyet sona erdi, işporta malı gibi madalyalar dağıtılmaya başlandı. Hak edenleri kutluyorum.
Konu tekrar gündeme geldi, Mayıs ayında diasporada yapılacak bir etkinlikte bana da madalya verileceğini öğrendim. İronik olan, Abhazya Temsilcisi değil de bir iki kanaldan bana duyurmalarıydı, kabul etmeyeceğimi söyledim. Devlet yönetiminin yapması gereken; diasporada madalya verilecekse savaşın başından beri değerli katkıları olan, hak eden kurum ve kardeşlerimizin isimlerini verebilecek en yetkin kişi yanı başlarında olan B. Elçi Vladimir-(Vova) Ayüzba’ya danışmalarıydı. Gerçekten hak edip böyle bir beklentisi de olmayan başta Kaf-fed olmak üzere STK ve kişileri belirleyebilirlerdi. V. Ardzınba Komitemizin şahsında LEON devlet nişanı vererek diasporamızı onurlandırmıştı. Aklıma bile gelmemişti. Yıllar sonra Komitedeki bazı arkadaşlara, 2003 yılında Abhazya ziyaretlerinde madalya aldıklarını kendilerinden öğrendim, ancak kendilerinin bir madalya beklentisi olmadığı için hiç araştırmamışlardı, bana da verildiğini zannediyorlardı. Durumu öğrenen Abhazya’daki dostlarımıza da dert olmuştu.
24.04.2018’de Raul Hacımba’ya yazdığım teşekkür mektubunda; şeref madalyalarının verilmesi hususunun, V. Ayüzba’ya danışılarak yapılmasının daha isabetli olacağını, savaş döneminde dayanışma içinde olan kurumlara da verilmesinin şık olacağını belirttim. Nedenleri ve örnekleriyle birlikte hayati işlev-öneme sahip olan; “Abhazya Geri Dönüş Devlet Komitesi’nin Bakanlık seviyesi çıkarmasını arz ederek, “göğsümde taşıdığım Bağımsız Abhazya Cumhuriyeti, Apsualık şeref madalyaları bana yeter, Devlet ve Halkımızın onuruna, Şehit-Gazilerimize olan saygıma binaen madalyayı kabul edemeyeceğim!” dedim.
30 Nisanda ajanslara düşen haberde bakanlık seviyesine çıkarıldığını öğrendim. İsrail kurulduğunda, Ermenistan bağımsızlığına kavuştuğunda ilk bakanlıkları, geri dönüş bakanlığıydı. Teşekkürler Raul Hacımba, Bakanlık seviyesine çıkarılması önemli, daha önemlisi işlevsel olmasıdır. Maalesef olduğunu söyleyemeyeceğiz.
Savaşın hemen akabinde Rusya ambargosu başlayıncaya kadar geçen süreçte, Başta Kuzey Kafkas kardeşlerimiz olmak üzere, çoğunluğu diasporanın desteği, KADK’nin koordinatörlünde ikibine yakın kişi Abhazya’ya yerleşmiştir. Bugün itibariyle geri dönenlerin sayısı dörtbin civarındadır. On binlerin dönüşü sağlanmalıydı.
Muhalefet bloğu lideri Aslan Bjaniya’nın zehirlenmesi, Endişe verici gelişmeler!
Abhazya Devleti ve halkı, başkanlık seçimlerin arifesinde yine Hacımba’yı darbeyle iktidara getiren karanlık şer odaklarının hedefinde. Başkanlık seçimlerinin en güçlü adayı A.Bjaniya ve iki koruması Moskova’da bu karanlık güçlerce, radoaktif atomik alt parçacığıyla zehirlenmiştir. İki korumasın sağlı durumu şimdilik düzelmiş görünüyor, Bjaniye’nin durumu kritik. Kendisine geçmiş olsun diyor acil şifalar diliyoruz.
Zehirlenme olayı, seçim öncesi Abhazya’nın tekrar kargaşaya sürüklenme tehlikesinin en güçlü işareti. Abhazya şu an çok gergin tepki büyük. Aslan Bjanıya’nın zehirlenmesi nedeniyle sağlığına kavuşunca kadar seçimlerin ertelenmesi talebine, Hacımba’nın; “Birinin hastalanması, seçimlerin zamanında yapılmasına engel olacak bir gerekçe değildir!” duyarsız beyanatı, bahse konu tehlikeyi destekler mahiyette. Hacımba’nın geçmiş olsun diye bir söylemini de duyamadık. Devlet adamı olmanın gerektirdiği olgunluk bir yana, binlerce yıldır komşusunun derdiyle dertlenip düğün erteleyen bir millete bu kadar yabancılaşmanın, yönetime talip olunan bir milletin hassasiyetlerine bu kadar umursamazca yaklaşmanın nedeni hangi hırs, hangi amaç olabilir?
Parlamento, Hacımba’nın baskısıyla ertelenme teklifini reddetti. Halk parlamento önünde protesto gösterileri yapıp seçimlerin ertelenmesi istedi. Güvenlik güçleri sağduyulu davranıp göstericilere müdahale etmedi. Gerginlik büyüyüp parlamentoyu basma noktasında geldiğinde savunma bakanı Kişmariya; “ben ayni zamanda halkımın da G. Kurmay başkanıyım!” diyerek devreye girdi. Yanında iki kişiyle birlikte Hacımba ile görüştü. Hacımba geri adım atmak zorunda kaldı. Sağduyulu Devlet adamımız Kişmarya’yı kutluyoruz. Parlamento iki gün sonra seçimleri 25 Ağustosa erteledi. Parlamento ve parlamenterlerin düşündürücü durumu, bu halkı temsil eden Parlamentoda Devlet Başkanın iradesi geçerliydi! Değerli ve duyarlı parlamenterlerimizi tenzih ederek, hür iradesine gölge düşüren parlamento ve böyle bir başkan tarafından yönetilen Abhazya’nın vay haline! Maalesef gelinen nokta bu! Bu yaşanan tehlikeli ve varlığımızı tehdit eden gelişmeler; karanlık güçlerin içimizdeki işbirlikçileriyle birlikte ellerini içimizden çekmeyip kirli amaçlarından vazgeçmeyeceklerinin en net göstergesi.
Vatansever Abhaz halkının vakit kaybetmeden tarihi Lıxnı Meydanı’nda toplanarak; Abhazya’nın kaderine el koymalıdır. Radikal demokratik bir devrim yaparak; siyasi ekonomik sosyal yapıda yıkıma sebep olan, yolsuzluğa ardına kadar kapı açan, başta hukuk olmak üzere, devleti yöneten yozlaşmış tüm kurum, kuruluş ve birimleri köklü yapısal reformlarlalar sağlam zemine oturtmalı. Bilinçli Halkımız; baskıcı Sovyet döneminde bile defalarca korkusuzca Lıxnı Meydanında toplanarak devletine, vatanına ve geleceğine sahip çıkmıştır.
İç sorunlarını ortak akılla halledemeyen devlet ve halkları; emperyal güçlerin biz hallederiz savıyla müdahale edip nasıl bölüp- parçalayarak yıkıma uğratıp kan gölüne çevirdiklerini, şu an tam doruğunda gözler önünde canlı olarak yaşanmaktadır.
Önümüzdeki 2019 Abhazya başkanlık seçim imtihanın Apsualığa yaraşır ve
başarılı şekilde sonuçlanarak. Abhazya Devleti’ni halkıyla kısa zaman da düzlüğe çıkaracak Başkanla birlikte dirayetli ve liyakatli kadroların yönetime gelmesi en büyük dileğimizdir.
Saygıdeğer Halkımız, Değerli Gençler.
Halkıyla birlikte Abhazya’nın gerçek, bilimsel tarihi yeni yeni yazılmaya başlandı. Bu güne kadar tarihimizi karşıtlarımız başta olmak üzere başkaları tarafından kendi pencerelerinden kaleme alındı. Abhaz diasporasının tarihi daha yazılmadı. Bildiklerimiz büyüklerimizin bize anlattıkları. Bunların da çok azı yazıya döküldü. Tarihimizin önemli simalarının pek azı anılarını kaleme almıştır. Şahsen tanıdığım, Osmanlı’nın son dönemleri, kurtuluş savaşı ve sonrasını, Bolşevik devrim Abhazya’sını, tarihin bir parçası olarak yaşayanlarını anılarını kısmen dinledim fakat kaleme alamadım. Yine de hafızası güçlü bazı büyüklerimizden bir hayli derleme yaptım, anlattıklarının doğruluğunu belirleyen belgelere ulaştığımda elimdeki kaynakların önemini daha iyi anladım.
Toplumsal hafızamızın önemli bir bölümünü kaybettik. Yine de geç kalmış sayılmayız, araştırıp, bilgi birikimi olan kişilere ulaşıp, bildiklerimizi de görev edinip kaleme alarak kurtardıklarımızla tarihimizi yazabiliriz. Gerçek tarihi, halkların kendisi yazar. Resmi tarih ideolojik ve bilimsellikten uzaktır. Yazdıklarım münhasır, bildiğim, birebir ve arkadaşlarımız, halkımızla birlikte yaşananların çok cüzi bir kısmıdır. Olumsuzlukları yaratan kişilere değil, sadece karakterler ve olgularına değindim. Arkadaşlarımızla birlikte kimseyle kişisel bir meselemiz olmadığı gibi en ufak bir kırgınlığımızda yok. Kişi önemsediği kişilere küser. Sadece olumsuz olgulara tepkimiz var. Yarısı temsilcilik diğer yarısı da bir arkadaşımız deposunda bulunan KADK’nin zengin arşivi eğer tahribata uğramamışsa, araştırmacılar birkaç cilt kitap yazabilir.
Değerli gençler
Son sözlerimi sizlere hitaben noktalamak istiyorum!
Apsualık, başta dinlerin, tüm tinsel inançların özünü oluşturan ve evrensel etik (ahlak) değerlere ilaveten, insanı en saygın varlık olarak görüp, insanlığı yücelten kendine özgü düşünsel bir öğreti, eylemsel yaşam biçimidir. Temsil ettiği değerler bütünüyle de; beşeri dünyanın varmak istediği nihai hedeftir. Bir din olarak da algılayabiliriz.
“Ançva Apsuara Yıymırdzayat-Tanrı Apsualığı Kaybettirmesin!” duası, bu savı doğrular mahiyettedir.
Apsualıkta; birisine “Apsuamısın?” diye sorulduğunda “bilebildiğim kadar Apsuayım!” diye cevap verilmesi, bir öğreti ve yaşam tarzı olmasından kaynaklanmaktadır. Gençlerimizle birlikte özümsenme derecesi karakterleri oluşturur. “Apsualık kolay olsaydı, yabancılar çoktan elimizden alırdı!” atasözümüz, mücevherik değerini belirtmek içindir. Bu öğreti hizmet edilerek büyüklerden öğrenilir. “Ayızbılık-Küçüklük yapmayan, Ayhabılık-Büyüklük yapamaz!” özlü sözümüz, bu realiteden kaynaklanır. Bugün bazı yaşça büyüklerimiz olmak üzere kişilerden kaynaklanan bazı olumsuzluklar, Apsualık alt yapılarının yeterince dolu olmamasındandır.
Apsua olmak için aidiyet hissetmek yeterlidir. Herhangi bir milletten biri, Apsualığı benimseyip yaşam tarzı edinirse o da Apsuadır ki tarihte atalarımız bu kabulle hareket etmiş, bazılarını Apsualıktan sürerken bazılarını Apsualık dairesine dahil etmişti ve bu anlayışla hareket ettikleri zamanlarda da tarih sahnesinde önemli rollerimiz olmuştur. Şunu da unutmayalım; Apsua ve Apsualık baba tarafından olduğu kadar anne tarafından da geçer. Hem babaerkil hem de anaerkil bir yapımız var. Bu husus özellikle yeğenlerimiz için söylüyorum.
Kanada’da, dörtbinkişilik müridi olan ‘Khabze Foundation’i kuran bilge insan Merhum Sayın Murat Yağan ile yaptığım sohbet sonrası ayrılırken, İran’lı yardımcısı; “Ançva Apsuara yıymırdzaayt!” diye vedalaştı. Kendisini Apsua olarak görüyordu. Bir öğreti olarak ‘Apsualık’ Abhazya’da ders olarak müfredata alınması düşünülüyordu. Geleceğimiz açısından bunun geciktirilmeden uygulamaya geçirilmelidir.
Tanrı; Halkımız ve Devletimizi yönetenlere; dostu-düşmanı, iyiyle-kötüyü ayırma bilgelik ve ferasetini esirgemesin!
29.07.2019
Saygılarımızla.
Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi
Adına Başkan
Erdeşan Kobaş BGANBA
İstanbul – TÜRKİYE