“Ardzınba’yı Kaybetmedik” Mahinur Tuna-Papapha
ARZINBA’YI KAYBETMEDİK
Tam tersine, daha fazla kazandık. Onu sonsuza dek yüreğimize kazıdık
Sanıyorum 80’li yılların sonuydu, bir Abhaz Ansiklopedisi hazırlanması için resmi bir yazı almıştım ondan. Abhazya’da öğretim üyesi olduğu zamanlardı. Rahmetli Ömer Büyüka ile ikimiz Türkiye temsilcileri olarak seçilmiştik, bu proje savaş nedeniyle gerçekleşmedi.
Daha sonra Ardzınba’yı Türkiye’de görmek ve elini sıkmak kısmet oldu. Abhazya’nın bağımsızlık ilan etmesinin hemen ardından gelmişti. Bir devlet başkanı değil de komşu köyden gelen mahcup bir delikanlı gibiydi. Üzerindeki beyaz keten takımı ile halâ gözümün önünde; ince, uzun boylu, kemerli Abhaz burnu ve alnına dökülen siyah saçları ile gerçekten de içimizden biriydi.
Sakarya’nın bir Abhaz köyü olan Balballı’da mütevazı bir Abhaz evinin önünde bir megafonla konuşuyordu. Arkasındaki balkonda başörtülü teyzeler, genç kızlar, delikanlılar üzüm salkımı gibiydi. Aşağıda Arzınba’nın etrafını saran gençler,yanında oturan ak saçlılar, kasketli amcalar, öyle sıcak öyle iç içeydiler ki hangisi konuk hangisi ev sahibi belli değildi. Herkes kulak kesilmiş onu dinliyordu.
Arzınba Abhazya’daki sıkıntılardan söz ediyordu, çok da yorgundu. Hatta bir ara şöyle dediğini duydum.
“Gelin biraz yer değiştirelim. Siz oraya gidin, biz buraya gelelim.”
Evet gerçekten yorgundu, ama asıl yorgunluk önündeki günlerdeydi. Bu geziden kısa bir süre sonra patlak veren olaylar bağımsızlık sevincini kursaklarda bırakmıştı. Abhazya 14 Ağustos 1992 sabahı tanklarla uyandı. Gerisini hepiniz biliyorsunuz. Savaş süresince Abhaz Derneği bir karargâh gibiydi. İlaç kutuları, giysiler, battaniyeler, ayakkabılar ve çeşitli yardım malzemelerinden bir dağ oluşmuştu. Zafer günü tek başıma dernek binasında kalmıştım. Herkes büyük bir coşkuyla sokaklara taştı. Bana da telefonlara bakmak ve gelenleri yönlendirmek kaldı.
Dernek binamız,zaferden sonra da bir süre bu görünümde kaldı. Savaşın bıraktığı yaraları sarmak gerekiyordu. Koltuk değnekleri, takma bacaklar ve daha neler neler. İnsanın içi kararıyordu .Artık hepimiz iyi şeyler görmek istiyorduk. Bir gün, birkaç arkadaşımızın gayreti ile bina tamamen temizlendi. Savaşın izleri silindi. Yeni yönetim derneğin her tarafını pembeye boyadı. Hepimizin pembe hayallere ihtiyacı vardı. Artık yaşam normale dönüyordu. Abhazya ile ilişkilerin konusu değişmişti. Sanatçılar davet ediliyor, iş adamları ve öğrenciler oraya gidiyor. Abhazya’ya paralel olarak burada da acıların yerini sevinçler alıyordu.
Yine de her şey yolunda gidiyor sayılmazdı. Bu kez savaşta kazanılanları masa başında korumak gerekiyordu. Savaştan sonraki üçüncü dönemde dernek başkanı bendim. Artık Abhazya ile ilişkiler Abhaz Dayanışma Komitesi aracılığı ile yürütülüyordu. Bana da derneğe çeki düzen vermek kalıyordu. Bir gün komite tarafından çağrıldım. Ardzınba’nın Türkiye’ye geleceği ve derneğimize de uğrayacağı, halkıyla burada buluşacağı söylenerek gerekli hazırlıkları yapmam bildirildi. Geleceği gün saptandı. Ben de ondan bir gün öncesi için bir kadın ayarlayıp derneği temizletecektim. Fakat öyle olmadı “Ardzınba yarın geliyor hazır mısın? “ dediler. “Hayır, hazır değilim” diyemedim. Kızımı aldığım gibi kolu paçayı sıvayıp derneğin temizliğine giriştim. Bir gün akşama kadar çalışıp derneği ertesi günü o değerli konuğumuzu ve halkımızı karşılayacak hale getirdim. Ertesi gün ben de herkes gibi onu hava alanında karşılamaya giden konvoya katıldım. Uçak hava alanına indiğinde Komite üyeleri onu çiçeklerle karşıladılar. Ben de onların arasındaydım. Atatürk Hava Limanında Atatürk’ün portresinin altında çekilen fotoğraf karelerinin birinin arasına girmeyi başardım.
Şimdi gördüğüm Ardzınba’nın saçlarına ak düşmüştü, yolculuktan ötürü hafif derbederdi ama savaş yıllarının yorgunluğu onu çökertmemiş tam tersine olgunlaştırmıştı. Kendinden son derece emindi. Hava Limanında verdiği demeçler de bunu gösteriyordu. Sonra konvoy şehre daldı ve hepimiz derneğimize geldik. Dernek binası böyle kalabalık görmemişti. İğne atsan yere düşmez dedikleri gibiydi. Dernek binasını tertemiz bırakıp gittiğim için rahattım. Yönetim odasını da onun ağırlayacak biçimde hazırlamıştım. Geri geldiğimde salonu çok daha güzel buldum. Bazı üyelerimiz çiçekler getirmiş, salon da çiçek gibi olmuştu. Cumhurbaşkanı ve beraberindekilerin oturacağı yerler de hazırlanmıştı. İki de mikrofon konmuştu. Biri Ardzınba için diğeri de çevirmen içindi. Derneklerimiz de hep mikrofon sorunu vardır ya. O gün Ardzınba’nın önündeki mikrofon ağzına ulaşmıyor diye biri mutfaktan koşup bir “küp şeker” kutusu getirip mikrofonun altına koymuştu. Arzınba cin gibiydi, hemen fark etti.
“Ariy Şakaruma? “ dedi. “Aayy !” dedi yanındakiler. Ardzınba çok tatlı güldü. Bütün salondakiler gülümsedi. Bir anda bütün salonu pozitif bir enerji kapladı.
O gün gençlerden de hiç ummadığım bir performans gördüm. Hiç birisine hiçbir telkinde bulunmamamıza karşın öyle bir organize olmuşlardı ki bizi her an şaşırtıyorlardı.
Dernek başkanı olmam nedeniyle ev sahibi bendim. Değerli konuğumuzu dış kapıya gidip karşıladım. İkimiz birlikte şimdi giriş olarak kullandığımız yolda yürümeye başladık. Gençler sanki kırmızı halı serilmiş gibi karşılıklı bir koridor oluşturdular ve alkışlarla “Yaşasın Abhazya !” “Yaşasın Ardzınba !” diyerek iç kapıya kadar tezahürat gösterdiler. Onu önce yönetim odasına aldım. O zaman Zantaria genel sekreterdi. İkisi beraber odaya girdiler, içeride büyükler vardı. Onlar da konuğu ayakta karşıladılar. Büyükler başkana hoş geldiniz seremonisi yaparken ben şeref defterini Zantaria’ya verip Ardzınba’ya imzalattırmasını rica ettim. Çok güzel bir yazı yazdı.
O gün Arzınba’nın yaptığı konuşmaların tamamını Sezai Babakuş çevirdi. Aslında başka biri gönüllü olarak çevirmek istemişti ama Ardzınba Sezai’yi tercih etti. Çok da isabet etti. Çünkü Abhazya’daki siyasi terminolojiyi buradaki her Abhaz bilmiyordu ve Sezai bu konuda deneyimliydi o yüzden kusursuz bir çeviri yaptı. O gün Ardzınba’nın zekası, konulara hakimiyeti, kendine olan güveni, kararlığı ve karizmatik kişiliği bütün dinleyicileri son derece etkiledi. Ne kadar rafine bir insan olduğu dillerde dolaştı.
Bu gezide en unutamadığım anlardan biri de Dedeman’da yapılan yemekli geceydi. Ardzınba kürsüye çıktığında çok güzel konuşmaya başladı, fakat bir ara elini kürsüde gezdirerek bir şey arar gibi oldu. Bir eksiklik vardı sanki. Masasında oturanlardan biri hemen fark etti ve dolu olan şarap kadehini kaptığı gibi kürsüye götürdü. Ardzınba kadehi eline alır almaz şakımaya başladı. Bu bir Abhaz geleneğiydi. Önemli şeyler söylenecek ve iyi dileklerdi bulunulacaksa elde kadeh olmalıydı. O gece, Türkiyeli bir Abhaz kadın elinde mızıkası ile Ardzınba’yı dansa davet etti. Arzınba da buna içtenlikle katıldı. Onu Balballıda da dans ederken görmüştüm, harika dans ediyordu. Bunu Abhazya’lı bir arkadaşıma anlattığımda “ O ne ki sen hiç Arzınba’nın abısta yapışını gördün mü?” dedi ve halkına nasıl hizmet ettiğini anlattı. Hiç şaşırmadım. Çünkü Türkiyeli koruması Ayüzba İbrahim’den onun buna benzer pek çok özelliği olduğunu duymuştum. Tırpanla ot biçen, ata binen, dans eden, abısta yapan, bahçe sulayan, doğa ile iç içe yaşamaktan büyük zevk alan, her fırsatta halkı ile iç içe olan, büyük bir lider, önemli bir siyaset adamı, insancıl bir komutan, titiz bir akademisyen, iyi bir eş, iyi bir baba, sevgi dolu bir dedeydi.
Evet, Ardzınba Abhazya’da, Kuzey Kafkasya’da, diasporada halkın gönlünde taht kurmuş bir liderdi. Tiflis ziyaretinde Lakoba’ya kurulan hain tuzak ona da kurulmuş, bu gün halkına daha çok hizmet edeceği bir yaşta amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Yine de boş durmamış, çalışmalarına devam etmişti.
Bir Abhaz için çok genç denebilecek bir yaşta yaşama gözlerini yumdu. Acımız gerçekten çok büyük ama yine de onun için “Kaybettik” demeye dilim varmıyor. O artık sonsuza dek kalbimizde yaşayacak. Parlak bir güneş gibi her gün yeniden doğup içimizi ısıtacak ve yüzümüzü aydınlatacak. Abhazya var oldukça o da var olacak.
Böyle Ardzınbalar hiçbir zaman ölmeyecek !..
Yaşasın Abhazya ! Yaşasın Ardzınba !
Papapha Mahinur Tuna
04 Mart 2010