“NAMUSTAN ÖNCE VATAN” Rahmi Tuna
NAMUSTAN ÖNCE VATAN
Perşembe günü saat 14:00 sıralarında Mahinur yazıhaneye gelerek Arzınba’nın vefat ettiğini haber verdi. Bir anda koskoca bir tarih gözümün önüne geldi. Abhaz-Gürcü savaşı, hele 3 Eylül Ateşkes Anlaşması görüşmelerini izlemek üzere Moskova’ya gittiğimizde, tören sırasında Ardzınba’nın vücut diliyle çizmiş olduğu acı, heyecan, sıkıntı, umut ve ideal görüntüleri kafamda canlandı. Deyim yerindeyse bir anda bir boğulma durumunda kaldım. Komite’ye gittiğimizde toplanan Abhaz büyüklerine baş sağlığı dileyemedim. Çünkü ruhsal yapım o anda buna izin vermedi.
Ardzınba biyolojik olarak vefat etmiştir. Kendisine tanrıdan cenneti vermesini diliyorum. Ancak, Ardzınba’yı anlayabilmek için ve değerini takdir etmek için birkaç cümle yazmayı vicdani bir borç bildim.
Bilindiği gibi toplumların üretmiş olduğu siyasal kültürün nihai hedefi o toplumu ulus haline getirmek ve bu ulusal kimliği kazanan toplum tarafından bir devletin kurulmasını sağlamaktır. Kafkas tarihine yakından baktığımız zaman acı bir gerçekle karşılaşmaktayız. Kafkas insanı otokton olarak yaşadığı bu topraklarda özgürlüğünü, devlet aşamasına getirecek şekilde bir imkana sahip olamamıştır. Yüzlerce yıl süren savaşlarda yüz binlerce Kafkas insanı ya şehit olmuş ya hastalıktan ölmüş yahutta sürgün edilmiştir. Savaşı Kafkas insanı yaptığı halde devletler arası görüşme ve anlaşmalarda bu insan suje olarak kabul edilmemiş daima obje olarak kullanılmıştır. Çağlar itibariyle baktığımız zaman Kafkas Savaşlarını yöneten liderlerin uluslaşma ve devletleşme konusunda daha ileri bir anlayışa ve daha örgütlü bir yapıya ulaşmaları mümkün olamamıştır.
Daima kendisinden güçlü büyük devletlerin saldırısıyla karşı karşıya kalan Kafkas insanı kendi bünyesindeki zaaf ve eksiklikleri nedeniyle de ulus olma ve devletleşme sürecini ciddi şekilde tamamlayamamıştır. Bu nedenle yapılan savaşların sonucunda ve bu savaşlarla ilgili olarak imzalanan anlaşmalarda hiçbir zaman Kafkas liderliği bir suje olarak, taraf olarak kabul görmedi. Kafkasya’daki bu genel özelliğin içinde olmakla birlikte daha yakın bir zamanda Abhazya’yı ele aldığımız zaman çok daha çarpıcı bir durumla karşı karşıya kalmaktayız. Sovyetler Birliğinde devrimin gerçekleşmesi ile yapılan Anayasada azınlıkta kalan halkların dil ve kültürel yapılarına özerk yönetimlerine önemli derecede yapısal haklar tanınmıştır. Bu anlamda olmak üzere Abhazya da özerk bir yönetime kavuşturulmuştur. Ne var ki 1918’de adı Demokratik Gürcüstan Cumhuriyeti olan, fakat yapısal olarak dış emperyalist kuvvetlerin desteği ile kurulup geliştirilen Gürcüstan Cumhuriyeti, Abhazya üzerinde ciddi emeller taşımaya devam ederek baskılarını hızlı bir şekilde arttırmıştır.
Bu gelişmelerden ötürü Gürcüstan Cumhuriyeti’nin Abhazya üzerindeki baskıları artmış, bir anlamda Abhazya halkı zorunlu asimilasyon ve zorunlu entegrasyona maruz bırakılmıştır. Esasen Gürcü yönetimi yapısal olarak hiçbir zaman demokrat olamamıştır. Bunun en güzel örneğini de Batının demokrat olarak bildiği Şevernadze’nin Abhazya’yı ve Abhaz halkını yok ederek sabah çayını Sohum’da içmek istemesi teşkil etmektedir.
Tarafsız bir gözle ve objektif olarak bakıldığı zaman açıkça görüleceği gibi Abhazya Yönetimi ayrılıkçı değildir ve savaşı da Abhazya tarafı başlatmamıştır. Kaldı ki Abhazya’nın ekonomik ve askeri gücü böyle büyük bir savaşı başlatmaya ve sürdürmeye de müsait değildi. Ancak durum bir halkın yok edilmesini ve bu halkın topraklarının elinden alınmasını hedef haline getiriyordu. Bu ise Abhaz halkının ve kardeş Kuzey Kafkasya halklarının kabul edebileceği bir durum değildi. VE savaş başladı. Bu savaşın Birkaç yönü vardı.
- Savaşın askeri olarak kazanılabilmesi
- Savaş kazanılsa dahi uluslar arası siyasal platformda bu kazanımın meşrulaştırılması ve kabul ettirilmesi
- Bu savaşı Abhaz halkının ve Abhazya’nın tarihi ve kültürel değerlerinin büyük zayiata uğratılmadan sonuçlandırılması idi.
Tabii bir halkın bu heyecanı ve potansiyeli taşıması çoğu defa bu sonuçların elde edilmesine yetmemektedir. Bunların yanında ve en önemli olarak bir liderin var olması söz konusu olmaktadır. Bizim kurtuluş savaşımız buna örnektir, var olan bütün potansiyelimize rağmen Atatürk’ün liderliği bu savaşın kazanılmasında en önemli rolü oynamıştır. İşte bedensel olarak aramızdan ayrılmış gözüken V. Ardzınba bu ihtiyaçtan ve bu statüden doğmuş olan bir liderdir. O hem savaşı yönetmiş, hem barışın gelişmesine, hem devletin meşrulaşmasına vesile olmuştur. Bu nedenle Arzınba’nın kişiliği ve ismi sadece Abhazya ve Abhazya halkı için değil, bütün Kafkas halkları için hatta diaspora için bir sembol, bir işaret ve bir kişiliktir.
Bu kişiliğin iyi anlaşılmasına ve yaşatılmasına bu gün hem Kafkasya’da hem diasporada ciddi olarak ihtiyaç vardır
Sosyolojik ve siyasal bakışlarla subjetkif doğruları sayısız olarak çoğaltabiliriz. Hatta kişinin etki altında kaldığı bakış açısıyla kurduğu cümle de kendisi için doğru olabilir. Bu gün Türkiye’de cereyan eden olaylara baktığımız zaman bu gerçeği çok acık biçimde görebiliyoruz. Bizim Kafkas halkları olarak bu yanıltıcı ve etkileyici görünümden kurtularak belirli tarihi ve objektif gerçeklere ulaşmak zorunda olduğumuzu kabul etmek durumundayız. Takip edeceğimiz politik yolun stratejisini belirlerken bu objektif gerçekleri yakından analiz etmeye mecburuz.
Bir sofrada, Sayın Ardzınba Xuaxuasını (duasını) yaparken başlık olarak atmış olduğum “Namustan önce Vatan gelir” cümlesini ifade etmişti. Yazıyı okuyan bir anda bu cümleyi anlamayabilir. Ancak, unutulmamalı ki kültür, dil, namus gibi temel kavramlar vatan sahibi olmakla doğrudan orantılıdır. Vatan olmadığı takdirde bu kavramların korunması mümkün değildir.
Aramızdan ayrılan V. Ardzınba’nın bu gerçekler ve duygular içerisinde anlaşılmasını, gelecekteki mücadelede onun yaratmış olduğu devletleşme olgusunun iyi kavranılarak yaşatılmasını diliyorum.
Tekrar, Ardzınba’ya rahmet, Abhaz ve Kafkas halklarına baş sağlığı diliyorum.
Avukat RAHMİ TUNA