Abhazlarda, Awüyra, Ayüzara, Aykguğra
Abhazlarda,
Awüyra, Ayüzara, Aykguğra
İnsanlık, Arkadaşlık-Dostluk, Güven olgusu.
İnsanlık, insan olmak; en yalın haliyle kişinin düşünsel, ruhsal ve sosyal evriminde etik-ahlaki idealizmi ifade eder, pozitif mistik bir karakteri vardır ve insanın aydınlık yüzüdür. Halk jargonunda maço tabiriyle “adamlık” da ifadesini bulan insanlık; evrensel olan sevgi, saygı, içtenlik, merhamet, özveri, hakkaniyet, dürüstlük, güvenirlilik, paylaşma, empati, (v.b.) gibi berrak kaynaklardan beslenir. Bu erdem bileşenlerine göre de, dört dörtlük, dört üçlük ve çeyrek adamlık gibi ironi bir tasnif yapabiliriz. İnsanlığın tersi yani insan olmamak kavramını da genelde haksız bir şekilde; ayı, öküz, tilki, çakal, leş kargası, akbaba, yılan, akrep, örümcek, sülük, mikrop, parazit gibi canlılar la anlamlandırma alışkanlığımız vardır. Amaç için her aracın mubah olduğu, bireyciliğin kutsanıp egonun şişirildiği, duyguların köreltildiği, la ahlaki yani “ahlakı olmayan” liberal kapitalist sistem çağında bu insansı- humanoidlerin etkin ve baskın nüfus haline geldiği de bir vakıadır. İnsanlıktaki bu yozlaşma; özellikle geleneksel saf-homojen toplumsal yapılarda çözülmeleri dejenerasyonu hızlandırmakta olup konumuzun süjesi olan Abhaz toplumunda da bunu yakinen gözlemleyebilmekteyiz.
İnsan denen meçhul-insan olma olgusu, antik çağlardan beri toplum bilimcilerin, dinlerin ve filozofların arayış-araştırmaların temel ilgi odağı belki de ilk ütopik uğraşı alanı olmuştur. Gündüz elinde fenerle dolaşan bilge Diyojen; “ne arıyorsun?” diye soranlara, “insan arıyorum!” diye yanıtlamış. Şüphesiz bu arayış geçmişte olduğu gibi günümüz de ve gelecekte de hep süre gidecektir. Yıllardan beri görmediği babasını gece yarısı yaka paça huzuruna çıkaran vezir; “Bak baba! Yıllar önce bana adam olamazsın demiştin! Gördüğün gibi vezir bile oldum!” der. Babası da; “Oğlum! Yıllardır görmediğin babanı apansız gece yarısı yatağımdan kaldırıp huzuruna çıkarttırıyorsun! Ben sana vezir olamazsın demedim oğlum, adam olamazsın dedim!” diye yanıtlar. Kıssadan hisse; insanlık olgusunun mevki, makam, rütbe, yaş ve maddiyatla herhangi bir ilgisi yoktur, o bizim, pozitif duygusal-tinsel-vicdani varlığımızdır. Kısmen içgüdüsel de olsa, zihinsel, analitik düşünce temelli olup, sürekli özenli uğraş ister, değerini vicdanda bulur ve ondan beslenir. Pratiğe indirgenmedikçe de hiçbir anlamı yoktur.
İnsanlık, insan olma olgusu ve onu oluşturan etik değerler, hasletler evrenseldir, beşeriyetin ortak varlığıdır, pozitif veya negatif yankısını kamu vicdanında bulur. Dünyamızda insanlık ve kamu vicdanı; insani yardım ve dayanışma için nicelik ve nitelik olarak yaygın sivil toplum kuruluşları oluşturmuştur. Bu STK’lar bireyci batı toplumlarında, gelenekçi toplumlardan çok daha yaygındır. Bugün ABD de yüz milyon insan sayısız S.T. Kuruluşlarında gönüllü hizmet vermektedir. Asya ve Afrika gibi aile, aşiret toplumsal bağların girift ve yoğun olduğu toplumlarda bu işlevi geleneksel yapı üstlenir, sivil örgütlenmeler yeteri kadar gelişmemiştir.
Abhazlar’ın antik Apsuwara-Alayfüe öğretisinde insan; sevgi ve saygı ile onurlandırılan en yüce varlık, insanlık-insan olma olgusu da, bunu oluşturan etik bileşenleri ile birlikte en kutsanan değerdir. Apsuwara öğretisinde birey; çocukluğundan itibaren sıkı-sistematik bir insanlık-insan olma eğitimine tabi tutulur. Bireyin sağlam bir kişilik, eksiksiz- yeterli bir insanlık vasfına sahip olması, ritüelleri ile birlikte sıkı bir disiplinle sağlanır. İnsanlığın temel değerleri olan sevgi, saygı, dürüstlük, güvenirlilik, içtenlik, hoş görü, adil olma, yardımseverlik, özveri, tevazu, nezaket, ar duygusu ve özgürlük ruhu; erdemli, onurlu kişilik yapısının, karakterinin temel bileşenleridir, bireyin toplumsal- iş hayatındaki statüsünü, saygınlığını belirler, öz güvenini pekiştirir.
Apsuvara-Alayfüe öğretisinde kişi yaşamı boyunca insanlık, erdemli insan olma eğitimi-pratiğinde hem öğrenci hem de öğretmendir. Birey ve toplum erdemlilik konusunda sonsuz bir devinim, yarış içindedir. Kişinin onuru ve saygın olma isteği çok güçlü, her şeyin üstündedir. Kişi toplumu rahatsız edecek en ufak olumsuz davranıştan kaçınır, ayıplanma kaygısı yani “Apxaşara” tüm yaşamını denetler. Birey ve toplumda tam bir oto kontrol vardır. Bu Alayfüe-Khabze eğitim süreci insanlık-insan olma erdemini, insan kalitesini, bireyden toplumsallığa taşır. Bu noktadan itibaren artık onurlu, namuslu erdemli bir toplum söz konusudur. İnsani yanı zayıf olanlar bile onurlarını düşünerek “zoraki insanlık” rolündedir. Bu arada Abhazlarda “namus” kavramının klasik algının ötesinde “özgürlük, onur, aidiyet, vatanseverlik, dürüstlük, insanlığı da” kapsayan daha geniş, daha güçlü farklı bir anlamının olduğunu belirtmeliyim.
Kendi vatanında Stalin tarafından kıyıma uğrayıp azınlığa düşürülen bir avuç Abhaz’ın kendilerini özgürlük ve bağımsızlığa götüren 1992-93 savaşında kazandıkları zaferin temelinde bu namus algı ve psikolojisi yatar.
Alayfüe toplumunda hırsızlık, dilencilik, yüz kızartıcı suçlar, hapishane görülmez, yaşam tam bir insanlık seremonisi, sürekli bir protokoldür. Bu erdemli yaşamın temelinde olan; Apsuvara yaşam tarzı ve öğretisi insanı, sevgi ve saygı ile kutsamasıdır. Kendileri için doğal bir yaşamdır, farkındalıklarının farkında da değildirler. Söylediklerim iddialı, şaşırtıcı hatta ütopik gelebilir. Eskiden Abhazya’da yaşanan bir dram insani duygunun epik bir şahlanışıdır. Düğünde tek oğlunu öldürüp bilmeden kendisine sığınan genci, avlusuna gelip kendilerine teslim edilmesini isteyen kalabalığa; “Acı haberi sizden aldım! Oğlumu öldürdüğünü söylediğiniz bu kuzeyli genç bana sığındı! Benim korumam altında! Hududa kadar bizzat eşlik edip sağ salim memleketine göndereceğim! O andan itibaren de benim düşmanımdır!”
Dünyamız, insanı ve insanlığı birincil derecede önemseyen ve koruma altına alınması gereken farklı nadide kültürleri barındırmaktadır. Ne acıdır ki bu endemik (!) kültürler kendini medeni diye parlatan Batı kapitalizmin tek kültür ideolojisin yoğun tehdidi altında olup, ayni sistemin hizmetinde olan Unesco’nun da ilgi alanı dışındadır. Neyse ki bu kültürü tanıyan gönüllü misyonerler de var! Almanya da yaşayan Efteniye’li Cic-yıpa Talat’dan bir anekdotu özetle alıyorum: “Almanya’da doktora gittim. Doktor milliyetimi sordu. Türk olduğumu söyledim. Abhaz’ı kim bilecekti! Türkiye de muhtelif halkların olduğunu söyleyince Çerkez’im dedim. İkna olmamıştı. Abhaz olduğumu ilave ettim. ‘Hah şimdi oldu, tahminimde yanılmadım. Kimliğini niçin gizliyorsun? İkinci Dünya Savaşında Abhazya da esirdim. Çok farklısınız! Esir değil insan muamelesi gördüm, hayatımı Abhazlara borçluyum! Siz kendinizin farkında değilsiniz, kimlik ve kültürel değerlerinizin kıymetini bilin, sakın kaybetmeyin!’ demiş.
İnsanlığın varoluşundan beri belki de en önemli en anlamlı ve en keyifli ve de en insani yaratımı, arkadaşlık-dostluk olgularıdır. Hayatın anlamını güzelleştirir, zenginleştirir. Yazın ve görsel sanatın başlıca ana temasını hep bu kavramlar oluşturur. İnsan ve hayvanlar âleminin müşterek, en çarpıcı duygusal değeri de arkadaşlık kavramıdır. Hatta hayvanlarda bu duygunun “insansılara” göre daha rafine ve çok daha anlamlı olduğu da bir realitedir. Bu arada Abhaz toplumunda da son zamanlarda yozlaşmış “insansıların” sayısında da belirgin bir artışın olduğu da kişisel bir gözlem, sosyolojik bir veri olarak not ediyorum.”
Apsuwara yani Alayfüe-Khabze öğretisinde bireyin toplumsal sosyalliği çok gelişmiştir ve “ben” den önce “biz” yani “toplum” vardır. Bu olgu, arkadaşlık-dostluk kavramını daha ötelere taşır, içerik olarak daha da zenginleştirir ve güçlü manevi-duygusal anlamlar yükler. Yalnız bu arada dostluğun; arkadaşlığın bir sonraki üst aşaması olduğunu da belirtmeliyiz. Alayfüe toplumunda yalnızlığa yer yoktur, kişi dost, arkadaş ve akraba zenginidir, kendine güven ve ruh sağlığı üst seviyededir. Bu da sevgi, saygı ve dayanışmanın üst seviyede olduğu güçlü-sağlam, kaliteli toplumsal bir yapı oluşturur. Apsuwara yaşam tarzının dört buçuk yaşındaki Begüm Tan-ıpha üzerinde bıraktığı etki ve izlenimle ilgili anekdotu babası Hamza Atan’dan sıcağı sıcağına anlatarak yazımıza çocuk çeşnisi katalım. Anaokulu öğretmeni çocuklara babalarının ne iş yaptıklarını soruyormuş. Sıra Begüm’e gelince soruyu; “Babam cenazelere gider, düğünlere gider!” diye yanıtlamış.
Her türlü çıkar ve maddi beklentiden arındırılmış gerçek arkadaşlık-dostluk kavramlarının temel duygusal öğeleri; sevgi, saygı, içtenlik, dürüstlük, özveri, empati, iyi-kötü günde karşılıksız dayanışma-paylaşım ve güven olgusudur. Güvenirliliği de olmazsa olmaz savı ile en başa alıyoruz. Güven ve güvenirli bir kişilik olmadan dostluk ve arkadaşlıktan söz edemeyiz.
Güven ve güvenirlilik, arkadaşlık-dostluk kavramlarının mihenk taşı, turnusol kâğıdıdır. Güvenirlilik sınamasından geçirilmeyen arkadaşlıklar genelde kısa ömürlüdür ve en hafifi ile hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Pek ala güvenilir kişiliği basitçe nasıl tanımlayabiliriz? Dürüstlük, sözünde durma, yalan söylememe, samimiyet yani göründüğün gibi olmak, özü sözü bir olmak, adalet duygusu ve en önemlisi ihanet etmemektir. Güvenirlilik; halk dilinde “insanın alası içinde hayvanın alası dışındadır!” özdeyişi ile dillendirilir. Güvenilir insan olmak, dürüst sağlam bir karakteri ifade eder. Tersi de çoklu karakter yani amiyane tabiri ile karaktersizliktir ve “bukalemun gibi!” ifadesi onu tam karşılar.
Alayfüe-Khabze öğretisinde arkadaşlık, arkadaş-dost edinme ve daha ötesi “Ayhabı“ yani önder, lider seçme olgularının titiz, seçici, ampirik ve felsefi bir derinliği vardır.
Arkadaşını seçen kişi, liderini seçen toplum esasında geleceğini seçmektedir.
Arkadaşlıkta seçen, “Ayhabı” lık–liderlikte ise seçilen olmak önemlidir. Önemli bir kriter de kişi; arkadaş–arkadaşları, nihai olarak toplumu kendinden fazla önemser ve çıkar ve beklentilerde onlara öncelik verir.
Yukarıda değindiğimiz gibi, namusunuzu, malınızı yerine göre canınızı emanet edeceğiniz arkadaş seçimi; önce kişilik araştırması sonra da titiz bir sınama süreci gerektirir. Abhazlar da; “avda, yolculukta ve işte partner olarak sınamadan arkadaş edinme!” düsturu vardır. Örneğin, kendi arkadaş gruplarına katılmak isteyen kişi sınanmak için ava götürülür. Avladıkları geyiği paylaştırma görevini yeni arkadaşlarına verirler. O da avı paylaştırıp en iyi parçasını kendisine ayırırsa sınavı kaybetmiştir.
Gerçek kişiliğini açığa vurmayan, içten pazarlıklı zayıf kişiliklerin arkadaşlığı, dostluğu yapaydır, günün birinde de bir şekilde gerçek kimliklerini açığa çıkarırlar, hayal kırıklığı yaratırlar. Bazı insanları ilk görüşte, bazılarını uzun bir süre sonunda tanırsınız, bazılarını da hiç tanımadan ölüp gidersiniz. Bu hayal kırıklıklarını, ihanetleri, zararları çoğumuz yaşamışızdır. Ermenilerin bir sözü vardır; “denenmişi, tekrar denemeyeceksin!” Olumsuz bir işareti aldığınızda ilişkinizi sadece merhaba seviyesine düşürmek gerekir.
İnsanlık, insan olma erdemi; sağlam pozitif bir karakter olarak insan geninde kodlandığı artık bilimsel bir olgudur. Sürekli, etkin bir toplumsal eğitimle zaman içinde bu genetik kodlarda olumlu veya olumsuz değişiklikler olur. Bunun için Kişi karakteri yanında rahatlıkla toplumsal veya milli karakterlerden söz edebiliyoruz. İnsana, insanlığa ve bireye önem vermeyen, çıkarcı kapitalist sistemde artık insani erdemler göz ardı edilmekte, gelenekçi veya gerici damgasıyla aşağılanmaktadır. Günümüzün en yetkin üniversiteleri başta olmak üzere kişisel ve toplumsal gelişimi sadece kişisel maddi çıkar, varlık üzerine kurgulamaktadır. Bilinçli olarak insani değerlerden hiç söz edilmez. Çünkü sistemin en etkin panzehiri bu değerlerdir. Burada ilginç bir saptama yapabiliriz. Bu gün endüstriyel ve hizmet üretimini titiz güvenlik normlarına bağlayan kapitalizm, sistemi emanet ettiği insan faktörünü sadece mesleki kariyeri ve sosyalliği ile değerlendirmekte, kişiliğin insani ve güvenirlilik olgusunu pek dikkate almamaktadır. Almadıkları içinde dünyayı kumarhaneye çeviren küresel finans sektörünün düzenbaz CİO’ları gün geçtikçe daha da derinleşen 2008 ekonomik çöküntüsünün baş mimarlarıdır. Son dönemlerde “insan olma” olgusunu önemsemeye başlayan sistemin bazı akademisyen ve moda kişisel gelişim gurularını(!) da görmek mümkün. Bunlardan Stephan Covay bir kitabında sağlam dürüst samimi kişiliği yani insanlığı–adamlığı, Hardvard, Yale’in üstüne konumlandırmış ve “bu gün en eğitimli CİO ve üst düzey yöneticilerin yüzlerinde ki maskelerin boyaları dökülmekte, yerlerini, samimi dürüst güvenilir sağlam ‘insani’ karakterli olanlara bırakmaktadır.” tespitini yapmıştır.
Güven, güvenirlilik olgularının istismarı, bizi bir insanlık ayıbı, suçu olan “satmak-ihanet” kavramlarına götürür. Fiilin faili de “hain” sıfatı ile aşağılanır ve toplumdan dışlanır. Alayfüe – Khabze eğitim ve felsefesi ile yetişen Abhaz ve Adige (Çerkez) birey ve toplumu ihanet kavramına genel olarak yabancıdır. Sadece kavram olarak vardır, fiiliyatta çok nadir görülür. Bura da zorunlu bir girizgâh yaparak Alayfüe öğretisinin akraba Adige dilindeki karşılığının Khabze olduğunu söylüyoruz. Abhazlar iki kavramı da kullanır. Khabze kelimesinin Abhazcadaki karşılığı “altın dil” dir. Abhazlar da ihanet kelimesini “Atiyra, Apsaxra” kelimeleri karşılar. Onur ve itibarlarını her şeyin üstünde tutan bu toplumlarda güvenin istismarı, ihlali insanın aşağılanması ve insanlığın sefaleti olarak algılanır kimsede bu duruma düşmek istemez. Ağabeyim Ardahan’ın sevdiğim bir çıkışını buraya alıyorum; “sevgi ve güvenimi bir kez kaybedersen, bunu geri getirmek için ne paran ne de ömrün yeter!”. Çok doğru bir tespit! Kişi, kayıp ettiği servetini işini tekrar kazanabilir ama itibarını asla! Abhaz ve Çerkez diasporası, geçmişten günümüze bu nitelikleri ile bulundukları Osmanlı – Türkiye ve Orta Doğu halklar mozaiğinin en güvenilir sadık unsuru olmuşlardır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti resmi tarihindeki ötekileştiren “hain Çerkez” nitelemesinin de tamamen politik olduğunu söyleyelim.
Konumuz ile ilgili olarak özellikle de gençler için dedem Süleyman Bganba’nın yaşadığı dramla ilgili bir anekdotu buraya alıyorum. Süleyman Bganba 1920’li yılların sonuna doğru, Ayıgba Hac Kok’un misafiri olarak bulunduğu Düzce Efteniye köyünden ayrılırken, uğurlamaya gelen kalabalık halka bir konuşma yapması rica edilir. Süleyman Bey konuşmasının son bölümünü gençlere ayırır. “Gençler! Abhazlar da bir beddua vardır. ‘Allah seni, iyi ile kötüyü, dostunu ve düşmanını ayırt edemeyecek hale getirsin!
Ançva abziyay abaabsiy, away ağay yuvzeylımxwa wukaytsayt!’ Arkadaşlarınızı, önderlerinizi seçerken çok dikkatli ve seçici olun! Çünkü arkadaşınızı yoldaşınızı seçerken ayni zamanda geleceğinizi de seçmektesiniz!
Ben bu hatayı yaptım, bedelini de çok ağır ödedim! Acısını da ölünceye kadar taşıyacağım!” Pek ala Süleyman Bganba’nın yaşadığı dram neydi? 1917 Ekim Devrimi ile çarlık Rusya’sı çökünce Gürcistan, aynen Sovyetler Birliği dağılınca 14 Ağustos 1992 tarihinde Abhazya’yı işgal ettiği gibi, Mayıs 1918 de Abhazya’yı işgal eder. Süleyman Bey topladığı 2 500 Abhaz gönüllüsü ile 28 Haziran 1918 de Abhazya’nın imdadına koşar. 1991 Temmuz ayında Abhazya’ya yaptığımız ziyarette, Gazeteci–radyocu Simon Adleyba, 30 Temmuz tarihinde doksanlı yaşlardaki annesi Kab’ıpha ile yaptığı Süleyman Bganba ile ilgili söyleşi kasetini bize verir. Annesi; Süleyman Bey, direnişin lideri ve Simon’nun dayısı olan genç Stefan Kabba’nın merkez karargâh olarak kullanılan Oçamçira’daki evinde kalırken 13-14 yaşlarındaymış. Anlattığına göre Süleyman Bey ve Direnişçiler, annesinin ismini vermeyip “Ablatkva–patlak göz” adlandırdığı bir Abhaz‘ın ihanetine uğramıştır. Altı lisan bilen genç mühendis Stefan Kabba yakalanıp kurşuna dizilir. Gürcistan, Abhaz köylerini yakıp yıkıp büyük bir katliam yapar. Süleyman Bey de eylül sonlarında Panöy dağında yapılan savaşta, Gürcü kuvvetlerini yarıp geri çekilir. Bir kişinin ihaneti, özgürlük mücadelesini; acı, yıkım ve kıyımla başarısızlığa uğratmıştır.
Hain – işbirlikçi kişiler, zehirli bir virüs gibidir. Doğası itibariyle çok değişkendir, sürekli evrim geçirir. Duygusal karakteri icabı maddi bir varlığı yoktur, mikroskopla da tespit edilemez. Ancak kişi veya toplum üzerinde tahribatı ile varlığını belli eder, kaynak ve kimlik teşhisi ise güç olup genelde tahribatından çok sonra olur.
Tarihte ve günümüzde toplum bilinci ve demokratik anlayışı sığ devlet ve halklar, içten ve dıştan gelecek gizli organize tehlikelere açık hedeftir. Yakın tarihte balkanlar ve Asya’da yaşanan renk kodlu devrimler (!), günümüzdeki Arap dünyasındaki bahar devrimleri (!) ayni nitelikte yani dış mihraklı ve işbirlikçi karakterdedir.
Bu bağlamda konumuzun süjesi olan Abhaz toplumunun durumuna bir göz atalım. 30.09.1993’de egemen – bağımsız 26.08.2008’de de tanınmış Abhazya Cumhuriyeti’ni kuran Abhazlar; bu süreç içinde politika dünyasının ilgi odaklarından biri olmuştur. Bunun Türkçe açılımı, ana vatan ve diasporadaki Abhazlar; Komşu Gürcistan ve yandaşı olan batı dünyasının politik stratejilerinin açık bir hedefi olmasıdır. Özellikle de Kasım 2007 tarihinden itibaren anavatanlarında ki nüfuslarının beş-altı katı olan Türkiye’de ki Abhaz diasporası üzerinde, Gürcistan ve batı blok’unun ilgisi yoğunlaşmış olup, güçlü yaygın sivil toplum kuruluşları ve işbirlikçileri aracılığı ile de örtülü faaliyetlerini sürdürmektedirler. 2008 yılı Kasım ayında Tiflis dönüşleri Gürcistan lobisinden bir mesaj aldım. “Gürcistan; Abhazya sorununu Abhazya ile çözemiyoruz! Bundan böyle Abhaz diasporası ile çözmeye çalışacağız!” Mart 2008 de Gürcistan bu niyetini resmi olarak deklare etti. Akabinde diasporanın içinde, Abhazya sorununu Gürcistan’ın toprak bütünlüğü içinde çözümünü amaçlayan Soros’çu bir STK oluşturuldu. Amaç Abhazya Devletine en güçlü desteği veren diasporanın etkisizleştirilmesiydi. Soros daha önce Abhazya’dan kovulmuştu. Sıcağı sıcağına bir gerçeği not edelim! Bu tür örtülü operasyonlarda taşeron görevini üstlenecek işbirlikçiler; genelde şimdiler de moda sivil toplum aktivist kisvesi altında arz’ı endam ederler. Neyse ki Abhaz Diasporası, bunları kısa bir süreçte pasifize etti. Gürcistan bu kez 2009 yılında batıda pişirilip servis edilen “Abhazya ile ekonomik, kültürel ve teknolojik entegrasyon projesini!” gündeme getirdi. Bu defa Türkiye’deki uluslar arası da faaliyet gösteren başka bir güçlü STK da devreye girer. Amaç diasporanın örgütlenmesini zaafa uğratmak, toplumu bölmek. Son dönemde Abhaz diasporasında yaşanan sıkıntı ve suni kutuplaşmaların temelinde yatan ana neden budur. Bilge Abhaz toplumu; sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen bazıları da deşifre olan işbirlikçileri de geleneksel yapısı içinde nazikçe tasfiye edecektir.
Dileğimiz, dünyamızdaki tüm insanlığın; bireysel ve toplumsal refah, huzur ve bütünlüğü için her türlü olumsuz etkenlere, işbirlikçilere karşı uyanık olması, güvenilir, eğitimli insan ve toplum kalitesinin arttırılmasıdır.
Son sözüm gençlere; “Tanrı size, iyi ile kötüyü, dostunuzu ve düşmanınızı ayırt edecek bilgeliği versin!”
12.12.2011
Erdeşan Kobaş